30 Ağustos 2009 Pazar

unutkanlık

Her konuda olduğu gibi unutkanlık konusunda bile bir seçim, bir öz olduğunu düşünmeye başladım. Bir insan bazı şeyleri unutabilir, hatta herşeyi de unutabilir, önemli olan bu unutmaya karşı ortaya çıkan durum. Bu konuyla ilgili 2 fıkra geliyor aklıma, özet geçeceğim.
İlki oldukça negatif:
Nuriye ile Huriye teyzeler, arkadaşları Düriye teyzeyi ziyarete giderler. Düriye teyze ikram ettiğini unutup unutup tam 3 defa kahve ikram eder misafirlerine. Nuriye ile Huriye teyzeler ise evden çıktıklarında Düriye'nin iyice yaşlandığını, kendilerine kahve ikram etmeyi bile unuttuğunu söylerler.
İkincisi ile pozitif:
80 yaşında bir dede ile evlenen genç kıza aşk hayatı sorulduğunda çok mutlu olduğu ortaya çıkar. Dedemiz kocalık görevini yaptığını unutup unutup tüm gece aynı görevi ifa etmektedir.
Ne sıklıkta ya da ne kadar vahim unuttuğunuz değil de neyi unutmayı seçtiğinizle ilgileniyorum. Eğer mutlaka birşeyleri unutacaksam, bunlar tercihen kötü anılar olmalı sanırım. Böylece ömür boyu sadece iyi şeyler yaşamı olmaz mı insan?

28 Ağustos 2009 Cuma

utanç hakkında 2. yazı

Ne ilginç, dün utanmak ile ilgili yazıyı yazdıktan sonra Avatar'ın bugünkü bölümünde Zuko'nun bilge amcası utanç ile ilgili çok çarpıcı bir söz söyledi. (Avatar'ı eğer hala izlemediyseniz mutlaka izlemenizi öneririm. Çizgifilm diye geçmeyin, bilgelikle dolu bir dizi. Bkz. http://tr.wikipedia.org/wiki/Avatar_son_hava_bükücü)

Amca Iroh der ki: "Gurur, sanıldığının aksine utancın zıddı değil, kaynağıdır."
İşte dün bulamadığım cevap, utanç kesinlikle güç ile ilgili, kendimizi güçlü bulduğumuz, güçlü olduğumuzu düşündüğümüz alanlarda eksikliklerimizi saklamak eğilimi de devreye giriyor.
İtiraf edin, hadi... :)

Utanmak


Reader (Okuyucu)'ı izledim biraz önce, yeniden. Filmi irdelemeyeceğim burada, ama bir noktaya takıldı kafam. Profesör çocuğa, kadının neden kendini temize çıkartacak bilgiyi vermediğini soruyor, çocuk da: "utanıyor" diye cevap veriyor. UTANIYOR
Filmin konusu dikkate alınırsa, pek çok farklı insana göre kadının hayatı içinde utanması gereken pek çok nokta sayılabilir, ama kadın bunların hiçbirinden utanmıyor. Hatta mahkemede kendini anlatıyor. Yine de bir şeyden öyle utanıyor ki, onu söylemek yerine ömür boyu hapse gitmeye razı.
Değer yargılarımız ne kadar farklı, yani onunla benim demek istemiyorum. Tüm insanların. Herkesin utandığı şey de birbirinden o derece farklı.
Düşündünüz mü hiç nelerin sizi utandırdığı ile ilgili? Bir mantıksızlıklar listesi. Ben nelerden utanıyorum/ utanıyordum?
  • Yolu bilmemekten, sormak zorunda kalmaktan
  • Bisiklete binmeyi bilmediğimden
  • Çorabımın kaçmış olmasından ya da kolumun altındaki sökükten
  • Evdekilere yemek bırakmadan dışarı çıkmaktan
Baktınız mı hepsi ne kadar saçma, ama beni zorlayan, kendimi kötü hissettiren, öfkelendiren taşların altından bunlar çıkabiliyor, ya da belki daha neler neler...

26 Ağustos 2009 Çarşamba

Ey özgürlük


Bu aralar kafayı taktığım konu bu: ÖZGÜRLÜK. Ne ola ki bu dilimize pelesenk olmuş kavram? Kim özgürdür? Özgürlük nedir?
Arkadaşlarımla konuşuyorum. Pek çoğu için özgürlük kavramı evlilikle uzaklaşmış, bazıları çocuk sahibi olunca yitirdiklerini düşünüyorlar özgürlüklerini.
Ben de çocukla birlikte kendini daha kısıtlı hissedenlerdenim. İşin komik yanı oğlum olmasaydı şimdi yapamadığım ne yapardım sorusuna doğru dürüst bir yanıt bulamamam. Sanki birşey yapmak değil de birşey yapabilme ihtimali özgürlük.
Gençlik yıllarımda (teenage) "özgürlüğümün bedeli yalnızlığım" diye bir laf vardı çok moda. Bu mu gerçekten acaba özgür olmak? Aykırı olmak mı mesela? Ya da alıp başını gidebilmek mi? Kavafis ne demiş? "Bu kent peşini bırakmaz senin"
Neysem oyum. Kendimi bırakıp gidemediğim sürece nereye gidebilirim ki? Kendimden kaçabilir miyim? O zaman kendini tanımak mı özgürlük? Ne istediğini (ya da istemediğini) bilebilmek mi acaba?
Bir klişe daha var bu konuda "Kaybedecek hiçbir şeyi olmayan insan tam anlamı ile özgürdür." Ne demek kaybedecek birşeyi olmamak? Bir ailesi olmamak mı? Ya da mal varlığı olmamak? Daha derine inersek aslında hiçbir şeye değer vermemek sanırım. Peki hiçbir şeye değer vermemek ister miyim özgür olmak adına? Hayatın anlamı kalır mı acaba bu şekilde? İşte temel soru bu galiba? Tüm bağlarımı bırakırsam hala ben olur muyum?

3 Ağustos 2009 Pazartesi

Hayat

Bu konuda çok kafa patlattım, ama kesin bir karara vardım. Bence hayatla ilgili tanımlamalarımız çok yanlış. Bir düşünün hayat ve hayat şartları ile ilgili sık sık söylediklerimizi. En başta ne geliyor:
  • Hayat bir mücadele.
Ben de çok sık söylüyorum bu sözü, elimde olmadan. Düşünebiliyor musunuz? Hayattan beklentimiz bu, mücadele, kavga, zorluklar... Bu şartlar altında kolay ve rahat bir hayat nasıl olabilir? Zaten onu da beğenmeyiz: Dolce vita... Bir yergi vardır içinde. Bir hayatı ciddiye almama suçlaması.

Ya şuna ne demeli:
  • Hayat bir oyun sahnesi.
Yani rol yapmamız bekleniyor bizden. Kendi filminin başrol oyuncusu olacaksın falan filan, bunlar işin palavra kısmı. Asıl kilit rol yapmak, maskeler takmak. Olduğun gibi olamazsın hayatta.

Kolay iş yoktur.
Ekmek aslanın ağzında.
İki iyiliksiz bir dünya.

Daha sayayım mı?

Hayat kötü, kolla.........

Daha ne desinler ki?
Bu dünyada mutlu olmak istiyorsak, rahat ve huzur istiyorsak bu kayıtları değiştirmemiz şart kardeşim...
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...