31 Aralık 2010 Cuma

Yeni yıl yazısı

İtiraf ediyorum, yeni yıl bana hiçbir şey ifade etmiyor. Ne 2011 için umut doluyum, ne de 2010'dan sıkıldım gitsin artık diye bir durumum var. Yepyeni bir başlangıç yapmak istemiyorum hayata. Statükoyu korumaktan yana tercihim bu sene...

Ne kocaman kocaman güzellikler istiyorum hayatımda, ne başarı, ne ev, ne araba... Sadece olduğum gibi kalmak istiyorum. Artık koşmak istemiyorum, düşmek, kalkıp yarışa devam etmek istemiyorum. İlerlemek, engebeli hayat yolunda tırmanmaya devam etmek istemiyorum.

Sadece durmak istiyorum, sadece huzur istiyorum.

Değişmek istemiyorum, sadece kendimi ve dünyayı olduğu hali ile KABUL edebilmek istiyorum.

Mücadele için güç, tahammül için sabır istemiyorum, OL'AN'ı tam olduğu haliyle KABUL etmek istiyorum.

Aramak istemiyorum, aradığımın zaten içimde olduğunu bilmek istiyorum.

Sevdiklerimle olmak istemiyorum, tüm sevdiklerimin zaten içimde olduğunun farkındalığına geçmek istiyorum.

Para, mal, mülk istemiyorum, evrenin bolluğuna kucak açmak istiyorum.

Herşey için yeterli olduğumun, olduğum halimle eksiksiz TAM olduğumun bilincine varmak istiyorum.

Zenginliğin, eğlencenin, başarının, çarenin zaten ben olduğumu hatırlamak istiyorum.

Ölmeden ölmek, yeniden doğmak istiyorum.

29 Aralık 2010 Çarşamba

Söz vermek

Çocuk sahibi olanlar bilirler, çocuklarımıza söz vermek konusunda son derece ketum davranırız, yani en azından eşim ve ben öyleyiz, çünkü çocuklar verdiğiniz sözü asla unutmaz... Genellikle evde diyaloglar şu şekilde gelişir:
- Anne bana ... alır mısın?
- Bilmiyorum, bakarız.
- Ama çok istiyorum, eğer şöyle şöyle olursa alır mıyız?
- Söz vermeyim şimdi, o anda durum müsait olursa belki alırız.

Hatta çok basit konularda bile, unuturum kaygısıyla kesin bir söz vermemeye gayret ederim, aksi takdirde yalancı olmaktan başlayıp uzunca devam eden ithamlar silsilesi ile karşılaşmak var.

Söz çok önemlidir, söz taahhüttür... Oysa gündelik hayatta, tutamayacağımız demiyorum, tutmayı asla düşünmediğimiz ne sözler veriyoruz.
- Bize de bekleriz.
- Tabii, neden olmasın, geliriz.

- Aaaa, hani beni terfi ettirecektiniz?
- Bu sene kısmet olmadı, seneye inşallah...

- Bizim markanın ürünlerinden almaz mıydınız?
- Şimdi var evde, bir dahaki alışverişte alırız...

Daha neler neler...

Evren de küçük çocuklar gibidir aynı. Bahaneleri anlamaz, şartların değiştiğini, kibarlık için o anda öyle söylediğinizi, karşı tarafı üzmek istemediğinizi anlamaz. Sözleri bilir sadece, o sözlere göre hazırlığını yapar...

Asıl soru şu, neden tutamayacağımız sözleri veriyoruz? Neden kısaca "Hayır" diyemiyoruz?
- İçim şu anda oraya gitmek istemiyor.
- Şu anda seni dinlemek istemiyorum.
- O marka peyniri almayı hiç düşünmüyorum.
- O terfiyi ben burada olduğum sürece ... alırsın.

O sözleri vermesek bize ne olacağını zannediyoruz?

Hangi korkularımızı mutlu etmek için veriyoruz tutmayı bile düşünmediğimiz bunca sözü?

Söz ağızdan bir kere çıkar...

20 Aralık 2010 Pazartesi

Duraklamalar

Bir an geliyor ki, "yeter artık," diyorum, "daha fazla çalışmak istemiyorum. Oyuna geri dönmek istiyorum ben." Yine bildik korkularıma sarılıp yatayım biraz daha. "Yeterince temizlemedik mi içimizi? Yetmez mi?" diyorum bir an.

O sırada bir arkadaş içimdeki sesin yerine geçiyor, bir satırla yolumu hatırlatıveriyor bana:
"Mevlana der ki: Kötü bir döneme girdiğinde ve herşey sana karşı gibi göründüğünde, bir dakika bile dayanamayacakmışsın gibi geldiğinde sakın pes etme, çünkü işte orası gidişatın değişeceği yer ve zamandır..."

Biliyor içim aslında, duvara dayanmış gibi olsam da biliyorum, tam da bir sıçramanın arefesinde olduğumu, atacağım adımla biraz daha değişeceğimi, özümdeki sevgiyi biraz daha net hatırlayacağımı.

Duraklıyorum, çünkü eskiler daha tanıdık geliyor, ne de olsa yıllarca onlarla yatıp onlarla kalktım. Oyun tatlı geliyor. Ama oyunu biliyorum, sonu yok.

Sıkılmadık mı hep aynı oyunu oynamaktan?

14 Aralık 2010 Salı

Kendini Affetmek

Yıllar önce bir sohbet esnasında kayınvalidem bana kendini hiç sevmediğini söylemişti. O ana kadar bu konuda hiç düşünmediğim için olsa gerek epey şaşırmıştım. İnsan kendini nasıl sevmez?

İçimdeki yolculukla tanıştığımdaysa kendi kendimi suçladığım, zayıf ya da başarısız bulduğum pek çok AN olduğunu gördüm hayatımda. O AN'larda kendimi hiç de sevmediğimi farkettim. Hatta oğulcuğum hatırlatmıştı bana birgün kendini sevmenin önemini...

Zaman geçti, hayatıma dokunan insanları bir bir affetmeye başladım. Hepsinin bana korkularımı, bilinçaltı kayıtlarımı görmem için rehberlik yapan arkadaşlar olduğunu farkettim adım adım. Herbir adımda daha da kolaylaştı bir sonrakini affetmek... Lakin içimin köşelerinde gizlenmiş bir kayıt vardı: "En zoru insanın kendini affetmesi" diye...

Çalışmalarda ilerledikçe küçük ödülleri ile birlikte yol da sarplaşmaya başladı gibi geliyor bana. Farkındalık arttıkça daha derinlere inmek gerekiyor belki de...

Her neyse, bu haftasonunu biraz tatsız yaşadım, bazı olaylar oldu ve nihayetinde bugün kendimi isyan noktasında buldum: "NEDEN BEN?"

Bu kadar çalışıyorum, içimi temizleme yolunda bu kadar yol katediyorum, tamam, kabul daha çok yol var yürüyecek, ama bir ben değilim ya, neden bunlar benim başıma geliyor. Anladım ben, ilerliyorum yolumda sevgiyle. Neden hala beni CEZALANDIRIYOR evren?

Bağırdım, isyan ettim, ağladım, sakinleştim. Sonra cevap, daha doğrusu soru geldi:

KENDİNİ AFFEDEBİLECEK MİSİN?

Evet, işte yanıt bu. Eğer siz haketmediğinizi düşünüyorsanız, kim sizi cezalandırabilir? Eğer evrende suç ya da ceza yoksa, sadece SEVGİ varsa, tek yapılacak kendini affetmek değil midir?

Kendinizi affetmeden sevebilir misiniz? Güzel şeylere layık görebilir misiniz?

İlk olarak "kendini affetmek zordur" zihnimi iptal ediyorum, şu anda ve sonsuza kadar, tüm zaman, mekan ve boyutlarda. Ben kendimi kolaylıkla affederim, çünkü aslında affedecek birşey yok.
Ben kendimi affetmeyi başlatıyorum.
Ben kendimi tam olduğum halimle KABUL'ü başlatıyorum.
Ben SEVGİ olduğumu hatırlamayı başlatıyorum.
Hatırlayışa doğru bir adım daha...

9 Aralık 2010 Perşembe

AN'lar

Bazen hayatın içindeki ufak AN'lardadır değişim. Her zaman yaptığınız bir şeyi yapmadığınızda ya da "hayatta yapmam" dediğiniz bir şeyi yaptığınızda, alışkanlıklarınızı bıraktığınızda.
"Her sabah çayımı içmeden uyanamam" diyen birinin "Ben çaysız da enejiğim." diyebildiği AN'da değişim var. Bağımlılıkları bırakmak için ufak bir adım.
"Asla tek başıma yorgana nevresimi geçiremem" demeyi bırakıp "Ben nevresimi takmak için yeterliyim." dediğiniz AN'da değişim var. Belki yalnızlık korkunuzdur sevgiye dönüşen.
Bir film izlerken kötü karaktere bakıp "Herkes ve herşey sevgi" geçer bir AN aklınızdan, herşeyin rol olduğu içinize işler.
Eşinizle kavga ettiğiniz, herşeyin sarpa sardığını düşündüğünüz bir AN'da, OL-AN herşeyi "en kötü" noktasına kadar KABUL ettiğiniz AN'dadır değişim, çaresizliği, yetersizliği, yalnız kalmayı, düzensizliği, yok olmayı KABUL ettiğiniz AN'da.
Hiçbir şeysiz, çırılçıplak sadece BEN olarak VAR olmayı KABUL ettiğiniz AN'da.

AN'dadır küçük mucizeler ve inanıyorum ki, her yolun sonu SEVGİ, her yolun sonu KABUL.
Kendinizi onayladığınız AN'dadır onaylanma.
Kendinize değer verdiğiniz AN'dadır değerlilik.

Siz kendinizi sevdiğiniz AN'da "seni seviyorum, iyi ki varsın." diye bağırır arkadaşınız ardınızdan.

Durarak akışa izin vermektir AN'da olmak.
Akışla birlikte ilerlemektir değişim, çabasız, zahmetsiz.
İçini görmektir görüş, kendini bilmektir biliş,
Kendini KABUL etmektir SEVGİ,
Herkesin OLduğu gibi OLmasına izin vermektir saygı.

Her AN yeni bir seçim AN'ıdır, fark AN'dadır, değişim oradadır.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...