25 Şubat 2011 Cuma

Hastalıklar ve algılar

İşten ayrıldığım ilk sene oğlum seyrek hasta olurdu, ama her hasta olduğunda benim kalbime bıçaklar saplanır, suçlanma hissi ile kendimi nereye atacağımı bilemezdim. Tam bir savunma halinde geçerdi hastalık süreçleri...

İkinci sene anaokuluna başladı ve çok sık hasta olmaya başladı. O sırada baskın olan hisler yetersizlik (acaba şunu da yapsam hasta olmaz mıydı?) ve esaret (ev hapsi, karantina falan) korkularıydı. Mecburen eve kapalı geçirdiğimiz her gün sanki hayatıma eksi yazılıyordu...

Her korkum için elimden geldiğince, kendi ritmimde çalıştım bu süreçte...

Bu yıl, 3. yılımız evde beraber... Deniz yine hasta... Hem de üst üste hasta... Önce kızıl, şimdi de su çiçeği... Yine evdeyiz, bulaşıcı çünkü. Ama ben kendimin çok daha sakin, çok daha rahat olduğunu gözlemliyorum. Deniz'le aynı evde birlikte yaşayıp gidiyoruz, mutlu mesut. Esaret yok, suçlanma yok, yetersizlik yok. Tamlık ve izin verme var.

Yine de bir şey atlıyor muyum diye sordum içime: "Benim bundan ne anlamam lazım?" diye, cevap çok basitti: "Senin deneyimin değil ki."

Evet, bu benim deneyimim değil. Hastalığın öznesi ben değilim. Bu oğlumun deneyimi... Bana düşen tek şey (görev bile diyemiyorum) onun için burada olmak, ufak dokunuşlarla ona ihtiyacı olanları gerektiği zamanda sunmak...

Bir sınav daha geçti, ne güzel...

21 Şubat 2011 Pazartesi

Kolay - Zor

Zor kelimesi dilimize pelesenk olmuş. Dikkat ediyorum, o kadar çok yerde kullanıyorum ki... Oysa dudaktan kalbe uzanıyor değişim... Bu yazıda aklıma gelenleri yazacağım tam tersinden...

- Çocuk yetiştirmek çok kolay.
- Para kazanmak çok kolay.
- Çalışmak çok kolay.
- Ev geçindirmek çok kolay.
- Ölüme katlanmak çok kolay.
- Hasta çocuğa laf anlatmak çok kolay.
- Değişmek çok kolay.
- Aklından geçenleri söylemek çok kolay.
- Her şeyi olduğu gibi kabul edebilmek çok kolay.
- Arabasız yaşamak çok kolay.
- İzmir'in sıcağına katlanmak çok kolay.
- Kilo vermek çok kolay.
- Çocuğa laf anlatmak çok kolay.
- Evliliği sürdürmek çok kolay.
- Bu yaştan sonra değişmek çok kolay.

Özetle
- Hayat çok kolay.
- Her şey çok kolay.

Varsın yüreğim inanmasın, bir gün dilime bunları söyletmeye karar verdim... Dilim söyleyemiyorsa, ne ala? Sorarım içime: NEDEN?

Aynalar ve affetme

Bu dünyaya, içimizde çeşitli korkularla geliyoruz... Özümüzdeki sevgi enerjisinin yanında, tüm o korku enerjilerini taşıyoruz üzerimizde... Çeşit çeşit korkular, sevilmeme, yalnız kalma, dışlanma, değersizlik, başarısızlık... En az 30-40 tane korku ile... Sürekli bu enerjileri yayıyoruz çevremize: "Beni dışla, beni suçla, bana kendimi başarısız hissettir..." şeklinde bağırıyor korkularımız enerji dili ile... Sonra bu enerjilerle aynalarımıza bakıyoruz, yani çevremizdeki her şeye, herkese... Gördüğümüz her şey bizim içimizdeki enerjilerin bir yansıması sadece...

Birinde hoşuma gitmeyen bir şey görüyorsam, diğer bir deyişle, o benim içimdeki bir yere ışık tutuyor, aynalık ediyor.

Bu benzetme kendi içinde birçok şeyi açıklıyor, çok hoşuma gidiyor.

Mesela, aynaya baktınız ki, gömleğinizi yanlış iliklemişsiniz. Aynadaki görüntünün mü düğmelerini düzeltmeye çalışırsınız, kendi gömleğinizi mi yeniden iliklersiniz?

Ya da, aynaya baktınız ve saçınızın dağınık olduğunu gördünüz. Yıllarca aynadaki görüntüye kin besleyip onu hayatta affetmemeyi mi seçersiniz, yoksa saçınızı tarayıp o şekilde gezmenize engel olduğu için şükür mü edersiniz?

Aynalık zor konu oyundaki bakışımızla... Hem o şekilde bakmaya alışmak lazım, hem görmeye açmak lazım kendini, hem de o kadar "kötü" huyu KABUL etmek lazım...

Aynı zamanda oyundan çıkmak için, kendimizi tam olduğumuz halimizle görebilmek için en faydalı araç...

19 Şubat 2011 Cumartesi

Çaba halleri

Kendimi kaptırmışım çabalama işine. Annem de böyleydi, bir saçını süpürge etme hali içinde. Sürekli oradan oraya koşuşturup duruyorum. Dar zamanlara hapsetmişim sanki kendimi, her şey hemen yapılmalı, sanki hepsi aynı anda gerekli. Kafam 50 parçaya bölünmüş durumda. Bu arada "uyanık" olmaya çalıştığımı fark ettim bir yandan. Bu "uyanık olma" hali, "farkındalık"ın çaba versiyonu. Yani bir yandan başı kesilmiş tavuk gibi koşturuyorum, bir yandan da ne yaptığım konusunda uyanık olmaya çalışıyorum. yapmadığım korku çalışmaları için kalbimden pembeler çıkartmaya çalışıyorum çayı demlerken. Bir yandan bana gazeteden haber okuyan eşimi dinliyorum, bir yandan oğluma laf yetiştiriyorum, bir yandan çamaşır asıyor ve bir yandan da öğlen menüsünü ve bloga yazacağım bir sonraki yazıyı düşünüyorum.

Hayır, bu verimlilik falan olamaz... Bu şekilde yapılan işten hayır gelemez.

DURDUM.
Derin bir nefes aldım ve içime sordum: "Şu anda bana ne oluyor?"
-Çabaya girdin?
-Yani?
-Herşeye yetişememe korkusu
-Zamanı iyi değerlendirememe korkusu
Altındaki korkular olağan şüpheliler: Beğenilme, başarısızlık, değersizlik, yok olma

Ama bir konu daha var. Bu bana ne hatırlatıyor?
Tam bir "çalışan anne pazarı"

Dön bak bakalım geriye? Ben bunu nerelerde yaşadım:
a) çocuk olarak
b) anne olarak

Benim hiçbir şey için acele etmem gerekmiyor. Benim her şey için yeterli zamanım var. ben kendime kendi ritmimde olma izni veriyorum.

13 Şubat 2011 Pazar

Kilo almak - vermek

Önceleri, sanırım meseleye biraz tek taraflı bakmışım. Bu konuda bir önceki yazımın başlığı "Kilo vermek"ti. Oysa fark ettim ki, dengenin iki yanına birden bakmak gerekir. Dengenin ortasında ise her zamanki gibi KABUL ve SEVGİ var.

Unutmuşum, bu vücudu benim seçtiğimi, yaşamam gerekenleri yaşamak için. Dersimi anlamam için en uygun olan vücut budur. "Bir şeyi sevmeden dönüştüremezsin." demişti Yasemin Conker bir çalışma esnasında... Oysa ben, vücudumu tam olduğu hali ile sevmeden onu dönüştürme yoluna çıkarmışım sık sık. Bunun için de pek çok kalkan kullanmışım
- Fazla kilo sağlıklı değildir. (sağlığını kaybetme korkusu)
- Çok kilolu olursam, çocuğum benden utanır. (beğenilmeme, sevilmeme)
- Hayatımı sürdürürken zorlanırım. (Hayat zordur bilinçaltı kaydı)
falan, filan...

Diyemezmişim kendime, "Ben kendimi bu şekilde beğenmiyorum" diye, "Bu şekilde kendimi sevmiyorum, sevilmeye layık bulmuyorum." diye.

Ben kendimi tam olduğum halimle KABUL etmeyi başlatıyorum.
Ben kendi vücudumu sevmeyi başlatıyorum.
Ben kendimi tam olduğum halimle KABUL ediyorum.

Ben dengenin bir ucundan diğerine kaymayı bırakıyorum.
Güç ile, çaba ile oldurmaya çalışmayı bırakıyorum.

Ben duruyorum ve OL'AN'ı tam olduğu hali ile karşılıyorum.

11 Şubat 2011 Cuma

Kendini VAR etmek

"Biz size hizmet için varız." standart biz hizmet sektörü sloganı... "Hizmet ederek var olmak" ise, pek çok kadının oyun içindeki rollerinden biri, en azından yeni fark ettim ki, benim için öyle.

Bir fincan kahve bana neler öğretiyor, hala öğretmeye devam ediyor... Şöyle ki:

Öyle aman aman ev işine, mutfak, temizlik falan, düşkün biri değilimdir... Yine de, özellikle de keyfi kaçık olduğu zamanlarda, eşime çay ya da kahve getirmeyi önerdiğimi fark ettim. Ben kahve getireceğim, o da memnun olacak, ben de bu sayede VAR olacağım...

Hani başta annem olmak üzere, etrafımdaki pek çok kadından farklı zamanlarda "hizmetçi ruhlu" deyimini duymuşumdur. Tabii, anlama vaktim yeni gelmiş, o kadar ayna içinde bir fincan kahveden anladım, anlamam gerekeni...

Öyle derinime işlemiş ki YOK OLMA korkusu, kendimi çok çeşitli şekillerde VAR etmeye, ya da VAR olduğuma ikna etmeye çalışır olmuşum.
- Hizmet ederek VAR olmak,
- Düzeni koruyarak VAR olmak,
- Başkalarını mutlu ederek VAR olmak,
- İnsanlara hayatı kolaylaştırarak VAR olmak,
- Başarılı, kariyer sahibi olarak VAR olmak,
- Çocuk doğurarak, hasta çocuğa bakarak VAR olmak...

Oysa ben zaten VAR'ım.
Ben her halimle VAR'ım.
Ben benle VAR'ım.
Ben sevgi ile VAR'ım.
BEN VAR'ım.

8 Şubat 2011 Salı

İfadeler ve anlamları

Sevgili dostum Ayşe, yazdığı bir e-postada oğlunun "ufak bir operasyon" geçirdiğini yazmış, "yani ameliyat" diye eklemiş, devamında da "cerrahi müdahale" demiş... Her iki söylemin de "ameliyat"a göre daha rahatlatıcı olduğunu belirtmiş. Pozitif olmak istediği için bir ifade daha var, onu atlamış: "bıçak altına yatmak".

İfadelerin bizi zaman zaman anlamdan daha fazla etkilediği bir gerçek. Anlamazdan geldiğimiz için mi acaba? Belki de eski kelimelerde daha fazla tortu olduğu içindir.

Biz küçükken operasyon yoktu, herkes ameliyat olurdu. Ameliyatlarda da sorunlar. Nice Türk filminde başarısız ameliyatlar vardır örneğin, tıbbın çaresiz kaldığı nice hastalıklar. Bu tortulara ne kendimizi ne de yakınlarımızı teslim edemeyeceğimize göre yeni kelimeler icat edilmelidir.

Ancak bilincimizi kandırabiliriz de yeni icat kelimelerle, bilinç altımızdaki kayıtları da kandırabilir miyiz acaba?

Ben bu riski almamaya karar verdim, derhal döküyorum içimdeki ameliyat ile ilgili kayıtları ortaya:
- Modern değil (Cerrahi operasyon çok daha modern, gösteriş)
- Riskli (sakat kalma, yük olma, muhtaç olma korkuları)
- Acılı (acı çekme korkusu)
- Ameliyathanede olur (Soğuk ve izole bir ortam, yalnız kalma korkusu)
- Uzun sürer, insanlar endişe ile kapıda bekleşir (yük olma, acizlik, çaresizlik korkuları)
- Komplikasyonları vardır (iyileşememe korkusu)
- Kötü sonuçlarla karşılaşma riski vardır (açtık - kapadık, ölüm korkusu)

Ben tüm bu korkularımı KABUL ediyorum. Hepsi zamanla sevgiye dönüşecek, biliyorum...

2 Şubat 2011 Çarşamba

Ölüm haberi

Defne Joy Foster bu sabah ölmüş. Bu yazı çok duygusal bir yazı da olabilirdi, çünkü çoğunluk gibi ben de severdim bu sevimli, kıpır kıpır, muzip hanımı. Ama ne kadar üzüldüğüm değil bu yazının konusu. Ölümün ardından üzülmek ya da üzülmemekle de ilgili değil.

Bu sabah haberi duyunca ilk aklımdan geçen düşünce "Neden ölmüş acaba?" oldu. Farkettim ki, benimle birlikte pek çok tanıdığım da aynı soruyu soruyor: Ölüm sebebi.
Çeşitli spekülasyonlar yapılıyor bu konuda:
- Uyuşturucudur.
- O kadar hareketli yaşama kalp mi dayanır.
- Zaten mutsuzdu, intihar etmiş olabilir.
- Su testisi su yolunda...

Hatta Defne severler ile sevmezler atışmaya bile başladı bu konuda: "Adını lekelemeyelim." ya da "Çamur at, nasılsa cevap veremez artık."

Hikayeye göre, Allah Azrail'e can alma görevini verdiğinde Azrail bu kadar sevimsiz bir görevi istememiş. Allah da ona "Ben insanlara öyle sebepler vereceğim ki, sana kızmak akıllarına bile gelmeyecek." demiş. Tabii bu da insan uydurması bir hikaye, ama ölüm sebebi deyince aklıma geldi işte.

Diyeceğim o ki, Defne oyundaki bu rolünü bir şekilde bitirdi ve selam vererek sahneden ayrıldı, ama biz oyuncular sahnede kendi korkularımızla devam ediyoruz oyunumuza... Bu nedenle her sahne bize kendi korkularımızı (hayatını devam ettirememe korkusu mesela) hatırlatıyor, kendi bağımlılıklarımızı (uyuşturucu), kendi zihin kayıtlarımızı (şöhret beraberinde kötülükleri getirir)...

Bir kez daha teşekkürler sana Defne, ölümünle bize bizi gösterdiğin için... Son sahnende bile koca bir ülkeye ayna tutabildiğin için... Seni sevgi ile uğurluyorum, önünde saygı ile eğiliyorum...

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...