23 Nisan 2012 Pazartesi

Değersiz

Bir kitap okuyorum bu aralar... EST - Hayatınızı Değiştirecek 4 Gün - Luke Rhinehart... Değişik bir kitap, Werner Erhart isimli birinin kurduğu EST diye bir tekniği romanlaştırılmış olarak anlatıyor Luke Rhinehart. AN'da, deneyimleme, gözlemleme ile ilgili bir teknik. Bazı yönleri ile İçimdeki Yolculuk'a da benziyor. Okuyorum henüz.

Burada paylaşmak istediğim, kitaptan kısa bir bölüm var:

"Steven: Daha önce hiç paylaşmamamın bir nedeni de daima önemli bir şey söylemem gerektiğini hissetmemdir. (Halinden anlayan bazı kursiyerlerin gülüşmeleri) Bilirsiniz, gerçekten ne kadar zeki veya kendime güvendiğimi göstererek herkesi etkileyecek bir şey... Veya belki de, ne kadar benzersiz bir şekilde alt üst olduğumu... Bu sabah Don'un bana söz vermesini sağlamaya ve kesinlikle tarih kitaplarına geçmeyecek bir şey paylaşmaya karar verdim. (Gülüşmeler) Paylaşmak istediğim şey burada olmaktan ve sizlerle birlikte olmaktan keyif aldığım... Hepsi bu."

Bu paragrafı okuduğumda, bu blogu yazarken ne kadar da kasıldığımı fark ettim. Evet, blogun bir misyonu var. İçinde bir farkındalık olmalı, doğrudur. Yine de her yazdığım yazının etkileyici - çarpıcı - sarsıcı olması gibi bir zorunluluğum varmış gibi hissettiğimi fark ettim son zamanlarda. Herhangi bir şey, içimden geçen bir şey paylaşırsam sanki değersiz olacakmış gibi...

Tabii ki, bu his, yazıların niteliğini olduğu kadar niceliğini de etkiliyor. Okunmaya değer şeyler yazmak güzel. Yine de bazen sadece yazmak da güzel. Bir misyonu olmadan, ne kadar farkında olduğumu göstermeye kalkmadan, daha ileride olduğumu sanmadan, sadece yazmak...

Sadece bu farkındalık bile bir kitap için yeterli bir armağan...

20 Nisan 2012 Cuma

Burada olmak

Son zamanlarda internet bağımlılığından muzdaribim... Çeşitli bağımlılıklar çalışıyorum bununla ilgili... Uzun süredir TV açmıyorum mesela, internet oyalıyor onun yerine beni... Bu akşam oğlumla yalnızız evde, bir hovardalık yapayım, Yalan Dünya'yı seyredeyim dedim. Anladığım kadarı ile yerli diziler arasında en izlenilebilir olanı o bu aralar... Bütün akşam diziyi seyrederken herşeyi yaptım. Facebook'ta yazıştım, twitter'a takıldım, birşeyler yedim, içtim, hatta bir ara youtube'dan şarkı bile dinledim.

Anladım ki, zihnim, gittikçe daha fazla meşgul edilmek istiyor. Eskiden de "hafif" şeyler seyrederken örgü örerdim mesela ya da fal bakardım bir yandan, ama daha fazlasına ihtiyaç duymazdım "meşgul" olmak için... Reklam arasını beklerdik çay koymak için...

Gittikçe daha mı zorlaşıyor burada (AN'da) olmak, yoksa gittikçe daha kolaylaşıyor gerçeği duymak da ona mı bu direnç?

Denge sarkacına bağlanmışız bir kere... Ortayı bulmak için iki ucu da görmek gerekiyor. Bırakıyorum süreci kontrol etmeye çalışmayı... dibine vuralım bakalım internetin de, dizilerin de, elbet gelecektir orta noktasına...

18 Nisan 2012 Çarşamba

Yaşlılık

Biliyorsunuz 40 yaşımı sürüyorum, daha önceki bir yazımda bahsetmiştim bundan. Tabii bu yaşıma gelirken saçlarım ağarmaya başladı, alnımda, göz kenarlarımda, dudak çevremde kırışıklıklar kendini gösterdi. Çevremdeki yaşıtlarımdan da ufak ufak, botox, radyofrekans, gençleşme bakımları sesleri çıkmaya başladı. Son birkaç yıldır saçlarımı boyamıyorum oysa ki ben. Hoşuma gidiyor geçen, ama yaşanarak geçen yılların kendini göstermesi... "Bu saçları değirmende ağartmadık biz." demek istiyorum günü gelince... :)

Oysa ki dostlar ufaktan hatırlatmaya başladılar "artık saçını boyasan" diye... Ben onların bu tensel gençleşme çabalarına tuhaf tuhaf bakarken, onlar da benim kırlaşan saçlarıma bakıyorlar aynı tuhaflıkla...

Biliyorum ki, yaşlanmak olgunlaşmak değildir. Geçen zaman değildir insanı "ihtiyar" (pir, bilge) yapan, yaşadıklarıdır. Farkındalıkları, hüzünleri, mutlulukları, paylaştıklarıdır... Zaman biz istesek de akıyor istemesek de... Yapılması gereken tek şey keyfini sürmektir... Çabalamak, doğru olanı yapmaya çalışmak, iyi olmak için uğraşmak değildir yaşam... BEN olabilmektir. Ancak böylece insan arkasını dönüp bakmayacaktır. Ancak bu şekilde her bir kırışıklık bir tebessüm yaratacaktır yüzünde...

18 yaşında bir gencin yüzüne baktığımda, o pürüzsüz, kırışıksız, izsiz yüze baktığımda boş bir tuval görürüm daha çok. Henüz belli değildir yüzünden genel mimikleri, gülüşü, hüznü... Dümdüzdür.

O boş tuval, yıllar içinde bir sanat eserine dönüşebilir, keyifle, sevgiyle, akışta geçerse... Ya da bir karalamaca, bir taslak, geçiştirilmiş çiziktirmeler haline de gelebilir... Bu size kalmış...

Eğer tuvaliniz size kötü görünüyorsa, bu sizin gördüğünüzdür, bakış açınızı değiştirin, çizim tekniğinizi değiştirin, renklerinizi değiştirin... Tuvale makyaj yapmak gördüğünüzü değiştirmeyecektir, çünkü onun içini bilen sizsiniz zaten...

Ben kendi tuvalimden memnunum şimdilik... Yılların sadece geçen zaman olarak kalmayacağını, tuvali daha da zenginleştireceğini umuyorum... Adımlarımı BEN diye atıyorum. Pişmanlıklarımı, keşkelerimi temizliyorum gün geçtikçe. Yaşlı ya da genç, kırışık ya da pürüzsüz, düz renk ya da kırlaşmış... Ortaya çıkan tablo BENim... ve  mutluyum bununla...

10 Nisan 2012 Salı

Başarının anahtarı

İş yaşamı ile ilgili daha önce de yazmıştım. Bu aralar iş hayatı yine gündemimde... Geçen haftalarda yaşam koçluğu ile ilgili bir seminere katıldım. Seminer konularından biri de motivasyondu ve motive olabilmek için başarılı olduğumuz/ hedefimize ulaştığımız ANı imgelememizi istediler. İmgeleme'nin kuralları gereği, ne giydiğimden, nasıl durduğuma, kendimi nasıl ifade ettiğime kadar detay detay o ANı inceledim.

Bu uygulamayı yaptırmalarının nedeni girişte de belirttiğim gibi hedefe ulaşılan ANa kilitlenerek motivasyonun kurulması ve duyguların hedefi gerçekleştirmek için itici araç olması. Ancak uygulama bende amacının çok ötesinde bir sonuç yarattı. O detaylı imgelemeyi büyük bir ciddiyetle yaptım ve şok içinde fark ettim ki, kafamda tasvir ettiğim o başarılı kadını SEVMİYORUM, evet, hedefine ulaşmış, işini kurmuş Bahar'ın duruşunu, tavırlarını şımarık, kendini beğenmiş, snop ve ukala bulduğumu rahatlıkla söyleyebilirim.

Düşünebiliyor musunuz, kendi başarmış halini beğenmeyen bir insan nasıl başarıyı yaratabilir? Konu başlığına geliyoruz buradan. Her türlü donanıma sahip işi ile ilgili yeterli olan bir insan neden kendini başarılı hissettiği zamanlardan korkar?

İşte mükemmel bir çalışma konusu. Öncelikle o imgelediğim kadından başlayarak, tek tek, geçmişte kendimi bu tasvir ettiğim şekilde algıladığım tüm anlara gidilecek ve oradaki hisler temizlenecek.

Peki ben böyle olursam ne olur? sorusu deşilerek, arka plandaki (bende baskın olan kaybetme) korkularla kucaklaşılacak:
- ailemi kaybederim
- arkadaşlarım benden hoşlanmaz/ itici bulur
- iyi değerlerimi kaybederim vb.

Geçmişte, ilk kimi başarılı buldum ve o bana bu şekilde davrandı? diyerek, rol modeller varsa onlarla da barışılacak.

Böylece bir adım daha ilerlemiş olursam ne mutlu bana...

Yazmadan geçemeyeceğim ki, hayatımda bana farkındalık getiren, beni sıkıştırarak ya da şaşırtarak bir adım atmamı sağlayan her ANa şükran duyuyorum. Bunlar "hatalarım" da olsa "cesur" ya da "gözüpek" hallerim de olsa, iyi ki varlar ve benim ilerlememe yardımcı oluyorlar...
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...