21 Nisan 2013 Pazar

Güven Meselesi...

Geçen hafta BBOM - İzmir tanıtım toplantılarından birine katıldım. Kendi adıma çok bilgilendim, derin derin düşünmek için konularım oldu...

Bu okulların temel aldığı 3 unsurdan biri ise bu yazıya adını verdi, uzun süredir evirip çeviriyorum kafamın ve yüreğimin içinde çünkü...

Önce o 3 temel unusuru belirteyim:
- Merak
- Yaparak/ yaşayarak öğrenme
- Güven

Tanıtım toplantısı bile başlı başına pek çok soruya neden oluyor ebeveynlerin kafasında, bunlardan en önemlisi ise "çocukların mecbur tutulmadıkça öğrenmeyecekleri" algısı...

Hani biz "bize değil, topluma güvenmeyen" bir neslin elinde büyüdük ya... İşte aynen bu konuyu döndürüyorum kafamda...

Yine geçenlerde Jou Jou'da "Çocuğum Yemek Yemiyor" semineri düzenlendi. Orada dinledik, daha da ufak bebeciklerin yaşama içgüdülerine güvenmemiz gerektiğini...

Konu çocuklarımız olunca hepten çığırından çıkıyor bu güven konusu anladım ki... Çocuklarımızın;

- Ne kadar yemek yiyeceklerine,
- Ne çeşit yemek yiyeceklerine,
- Ne zaman acıktıklarına karar veremeyeceklerini düşünyoruz, hatta daha da ileri gideyim, bundan eminiz.

Daha sonra oyuncak ve arkadaş seçimlerine geliyor sıra:
"Bak arkadaş, oyna."; "Sana ne güzel oyuncak getirmiş baban, yüzüne bile bakmadın." Herşeylerini onlar için yapıyor, seçiyor, alıyoruz... Kendi adımıza onlar için hayatı kolaylaştırmaya çalışıyoruz belki... Bizim yaşadığımız (ya da yaşayabileceğimiz) zorlukları yaşamalarını önlemek istiyoruz.

Bu arada öğrenme ne oluyor? Ya merak nereye gidiyor? Hani o kumandanın tuşlarını kurcalayan minik parmaklar, neden hiçbir şeyi merak etmez oluyorlar birden? Paytak paytak ilk adımlarını atarken yürümeye duyulan, öğrenmeye duyulan o ilgi hangi AN'da yitiriliyor tam olarak?

Mecburiyet mi sadece acaba engel olan?

Tekrar soruyorum kendime, neden güvenmiyorum? Çünkü hatırlamıyorum... Kendi çocukluğumu, kendi duygularımı, kendi merakımı hatırlamıyorum... Kendime güvendiğim o günleri, dünyayı değiştirecek enerji ve kudretimi hatırlamıyorum...

Kendime güvenmiyorum... Geçmişteki kendi seçimlerimi beğenmiyorum belki...

Oysa onlar tümü ile bana ait olan nadir şeylerden... Beni bugüne taşıyan AN'lardan...

Ben kendime güvenmeyi başlatarak topluma GÜVENmeyi de başlatıyorum, çünkü herkes BEN...

13 Nisan 2013 Cumartesi

Değişimin kendisi


"Dünyada görmek istediğiniz değişimin kendisi siz olun..." demiş Mahatma Gandhi.

Yani demiş ki, eğer etrafınızda dürüst insanlar görmek istiyorsanız, önce kendinize dürüst olun, yani kendinizi bilin, tanıyın...

Yani bolluk ve bereket görmek istiyorsanız, önce üretin...

Savaş görmek istemiyorsanız, savaşmayı bırakın demiş mesela... Bu bana çok sevdiğim bir grafitiyi hatırlatır yıllar öncesinden: "Düşün ki, savaş çıkmış ve hiç kimse gitmemiş..." Oysa hepimiz bir mücadelenin içindeyiz gün boyu, "beğenmediğimiz" her şeyle savaş halindeyiz... Hastalıklarla savaş halindeyiz, haşerelerle savaş halindeyiz, çocuklarımızla savaş halindeyiz... Hatta kendi alışkanlıklarımızla savaş halindeyiz, sigarayla savaş, alkolle mücadele...

Örnek bir insan olmak için kendimizi zorlayalım anlamında bir yazı yazmaya çalışmıyorum... "Ne olduğumuzu bilebiliyor muyuz?" diye soruyorum...

Bugün dahil olduğum bir grupta "Annelikten ne öğrendik?" konuşuldu...

Kendime bakıyorum, ben neler öğrendim diye:

- Sabrımın sınırlarını öğrendim evet, cinnet geçirmeme nasıl ramak kaldığını biliyorum artık... İnsanlar sokak ortasında çocuklarına nasıl bağırabilirler anladım anne olunca...

- Koşulsuz sevgiyi bilmem ama "ya sevilmezsem" korkusunu öğrendim...

- İçimdeki "mal sahibini", diktatörü, "ben dedim oldu"cuyu tanıdım...

- Her ne karar verirsem vereyim “yanlış olacağını” bilmenin ağırlığını ve aynı zamanda hafifleticiliğini öğrendim... Kendi ebeveynlerimiz de en doğrusu için kafa patlatıp saysak roman olacak bir dolu yanlış yapmadılar mı bizi büyütürken ne de olsa?

Hadi artık kendimizi kandırmayı bırakalım, annelik yüce bir makam değil, ayaklarımın altında cennet falan da yok, boşuna aramayın...

Annelik dediğin biraz sorumluluk, biraz suçluluk duygusu, biraz görev bilinci, bol bol bağımlılık, bir tutam da pişmanlık…

Yok öyle koşulsuz sevmeler falan… Dürüst olun, siz annenize ne kadar kızıyorsanız, sizin çocuğunuz da en az o kadar kızacak size…

Kendi annelerimiz nasıl terliği fırlattıysa kafamıza, biz de o kadar istedik aynı terliği fırlatmayı çocuğumuzun kafasına, en doğal dürtü bu… Kızmak...

Değişimin kendisi olmak demek önce kendine karşı dürüst olmak demek, artık hayal dünyasından çıkmak, gerçekleri kucaklamak demek…

Sevmediğin şeyi değiştiremezsin. Önce kendini sevmek demek değişim, tam olduğun halinle sevmek, kucaklamak, KABUL etmek demek… Sonra da bırakmak demek… Akışına bırakmak…

Artık kızdığım zaman kendime kızma izni veriyorum, en büyük ilerlemem bu son zamanlarda… Ne çok yasak varmış içimde kızmakla ilgili:
  •         Aileme/ büyüklerime kızamam
  •         Sevdiklerime kızamam
  •         Müşterilere kızamam
  •         Basit konulara kızamam
  •         Fani şeylere kızamam…

Kızıyorum işte… Beni kızdıran her şey kızıyorum:
  •         Aptallıklara
  •         Mantıksız/ cevabı belli sorulara
  •         Küstahlığa
  •         Dikkatsizliğe
  •         Kendini her şeyin üstünde görenlere
  •         Bilmeden konuşanlara
  •         Parayla her şeyi satın aldığını sananlara
  •         Karşısındakini aptal sananlara

Kızıyorum. Ama beni kızdırmayan bir şey var ki, buna çok çok seviniyorum: “Artık kızdığım için kendime kızmıyorum.”

Yaşamadığım bir duygu bu işte… Tam olarak deneyimlenen her şey hayatımızdan çıkıp gidiyor… Bu gece hissediyorum içimde bir değişim var… Akıp giden bir şeyler var… Veda zamanı…

10 Nisan 2013 Çarşamba

Yalanın Kapıları

Annelik inanılmaz bir öğretmen... Ne olur klişe olarak algılanmasın, "ben her gün oğlumdan yeni bir şey öğreniyorum" derken, bakmasını bilene her yerde öğrenecek çok şey var tarzında, ama insan çocuğunu daha çok "önemsediği" için olsa gerek, daha çok hata yapıyor, daha çok malzeme çıkıyor o kanaldan...

Bu aralar çok sık yalanını yakalıyorum oğlumun, oysa 7 yaşını bitirdiği bu dönemde kazandırılan doğru davranışların ömür boyu tarzını etkileyeceğine inanıyorum her şeyden önce...

En son fark ettim ki, okula para götürmesini istemediğim halde, gizlice kumbaradan yürütüp götürmüş yine 3-5 TL. Okula para gitmesi meselesi ayrı bir konu, orada da diyeceklerim var, ama biz yalan söylenmesi kısmına odaklanalım şimdilik.

"Oğlum," dedim, "neden bana yalan söylüyorsun? Konuşsak bu konuyu adam gibi, birlikte karar versek, onu uygulasak?" Teoride nasıl ama, zehir gibiyim, değil mi? Aklım sıra konuşacağız, ben onu ikna edeceğim ve en sonunda benim dediğim olacak, hem de çocuk bir daha yalan söylemeyecek.

Ama maalesef asıl düşündürücü söz her zamanki gibi oğlumdan geldi:

"Ama sen hiç ikna olmuyorsun ki..."

Kocaman bir KAYA oturdu kalbime işte o AN... Evet, bir direktör - diktatör edası ile geziyorum evde konu kurallar olunca...

Hemen dedim ki, "tamam, sen iyi hazırlanır, güzel anlatırsan ben de ikna olacağım, söz veriyorum." Lakin bununla da bitmiyor düşünceler... Burada dökülenler sanırım olayın nirengisi:

* Çocuğun her dediğini kabul edemem.
* Çocuk kendisi için neyin doğru olduğunu bilemez.
* Onun için en doğrusunu ben bilirim.
* Eğer şimdi dediğimi kabul ettiremezsem, ilerde ergenlikte hiç başa çıkamam.
* Çocuğun elinde oyuncak olurum.
* Savaşı kaybetmek...

Aile olarak çocuk yetiştirmedeki görevimiz nedir? Çocuk ne zaman bireydir? Kendi kararlarını nasıl ve ne ölçüde almalıdır?

İşte spiritüel yaşam ile anneliğin görüntüde çeliştiği temel sorular sanırım bunlar. Oysa bize öğretilen akış halinde herhangi bir direnç ile karşılaştığımız noktalarda inat etmeyi bırakmayı ve KABUL etmeyi bilmek. İçimdeki dirençleri tek tek bulup kaynağını arındırmak...

Peki tekrar soruyorum, inat etmeyi bırakırsam oğluma ne olacağını sanıyorum:

- şımarık, uyumsuz, tatminsiz, anlayışsız, kendini düşünen...

Peki bana ne olacağını sanıyorum:

- dikkate alınmayan, etkisiz eleman, kudretsiz...

Haydi çalışmaya, taa ki biz olduğumuz gibiyken ve çocuğumuz da olduğu hali ile sürtüşmeden akacağımız ANa kadar...
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...