31 Ekim 2009 Cumartesi

Boyun tutulması

Çevrenizde sık tekrarlanan, başınıza sık gelen olayların altında bir "Hayır", bir bit yeniği vardır mutlaka. Benim de bu aralar başımda boyun tutulması. Bu gibi durumlarda her zaman başvurduğum Louise L. Hay'in kitabı maalesef yanımda değil. Üstbenime soruyorum, o da bu aralar pek açık konuşmuyor benimle. Ben de yazmaya, yazarak açılmaya karar verdim.

Boyun tutulması, ne ola ki? Yüreğim, yardımcı ol bana, bulalım çalışma konumuzu. Bir defa boyun, bedenimizi yönetir aslında. Başımızı ne yana çevireceğimize o karar verir. Bu durumda birinci soru:
  • Nereye bakmak istemiyorum?

Aynı zamanda esnek bir organdır, pek çok yöne çevrilebilir, pek çok hareket yapabilir, tutulma da bu hareket kabiliyetinin sınırlanmasıdır.

  • Ben hangi konuda esnek değilim?
  • Neden hareket kabiliyetim sınırlanmış gibi hissediyorum? Ya da
  • hareket kabiliyetimin sınırlanması bana ne kazandıracak? Neden kaçıyorum? (Bu soru da aslında ilk soru ile birleşiyor)

Bir başka boyut da bu sorunla ilk ne zaman, hangi durumda karşılaştığım olabilir? Benim ilk ne zaman boynum tutuldu? Şimdi hangi anım tekrar ediyor ya da benzeşen ne yaşadım?

Aklıma ortaokul yıllarım, hatta beden eğitimi dersleri geliyor. O zaman sanırım o derslerden kaçmaya çalışmışım bu tutulmalarla. Ne hoş bir ipucu. Tekrar eden döngüyü buldum. Son 15 gündür sabahları Pilates yapmaya başladım. Çok güzel.

Peki şimdi ne yapacağım? İlk önce, ortaokul yıllarındaki anıların temizlenmesi gerekiyor. O zaman yaşamış olan kıza, onun bir oyun olduğu ve onun ve beden eğitimi öğretmeninin rolünü çok iyi oynadığı açıklanmalı. Bedensel sınırların başarısızlık olmadığı anlatılmalı. Bu öğreti için şükredilmeli. Sonra şimdiye gitmeli, aynı konularda şahsım ikna edilmeli... :)

Pilates, esneklik, tutulma... Ne güzel bir sembolizm... Teşekkürler...

22 Ekim 2009 Perşembe

Güleryüz ve sadakat

Bazı meslekler vardır, müşterileri müdavim olurlar. Kuaförler mesela. Genel olarak birini seversiniz ve hep orada yaptırırsınız saçlarınızı, ya da restaurantların bazıları, cafeler... Sürekli gidersiniz ve sizi tanırlar, yalnız gitseniz eşinizi çocuklarınızı sorarlar. Bu tanıdıklık sizi o mekana bağlar bir yandan da...
Bir de bunun tam tersi vardır. Devamda kusur (!) edersiniz bazen. Aylarca uğramazsınız, ya da aldatırsınız bu yeri (kişiyi) tabir caizse. Saçınızı başka bir kuaföre kestirirsiniz bir defalığına...
Sonra işte o yüzleşme anı çatar. Aylardır uğramadığınız cafeye gidersiniz, ya da kuaförünüze tekrar.
Ayrım benim için işte tam o anda başlar. Kimi yerler vardır, hiç ayrılmamışsınız gibi karşılar sizi. Sanki dün çıkmışsınızdır o dükkandan. Aynı mutluluk verici tanıdıklık hissi, sıcak bir geridönüş sarmalar sizi.
Bazen de buz gibi bir sitem... "Saçını da başka yerde kestirmişsin, berbat olmuş." şeklinde çamur atmalarla bile karşılaşılır zaman zaman.
İşte kimi zaman sadece bu yüzleşme anından kaçmak için bile gitmek istemezsiniz aşina olduğunuz o dükkana bir daha, o cafenin önünden bile geçmek istemezsiniz.
Çok tanıdık hisler değil mi?
Ticari hayatta güleryüz ve sıcaklık esastır, hele de böyle entim ilişkileri olan işlerde.
Ama özel hayatımızda da farklı değil aslında.
Yakınlarınızı, dostlarınızı kimi zaman aylarca aramazsınız, bir türlü denk gelmez. Sonra bir gün aradığınızda, aynı sıcaklığı, dostluğu seslerinde duymak ne güzeldir...
Sanki hiç ayrılmamış, daha dün konuşmuşsunuz gibi, kaldığınız yerden...

19 Ekim 2009 Pazartesi

Dürüstlük

İlk işimden beri, işten ayrılma süreçlerinde dürüstlük özlemi duydum. Bir yandan iş aradığımı, mutsuz olduğumu söylemek istedim, diğer yandan elimdekini kaybetme korkusu altında ezildim. Bu baskı nedeni ile de son 2 işimden iş bulmadan ayrıldım.
Bu konu beni hep üzmüştür. Neden amirler ve astlar ya da işçi ve işveren arasında iş değiştirme konusu bir tabu olagelmiştir? Çıkar çatışmaları ve güvensizlikler hep ön planda kalmıştır. İşveren, çalışanı işten çıkartacağını söylediğinde her zaman geçen ayrılma süresi zarfında bir "kötülük" bekleme halindedir sanki. Dataları çalmalar, işi savsaklamalar falan filan.

Ya da çalışan iş aradığını söylese, aynı şekilde patron, "beni istemeyeni ben hiç istemem" tavrına girmek zorundadır sanki.

Hayatımda ilk defa bu süreci şeffaf yaşıyorum. Yılbaşında, oğluma bakan ablamız ile yollarımızı ayıracağız. Bu iki taraf arasında konuşuldu. Hatta onun yerine gelecek kişi ile tanışıldı. Herşey açık, şeffaf ve dürüst.

İlk zamanlar bunun ablamızın özelliklerinden kaynaklandığını düşünmüştüm.

Daha sonra "tuzumuzun kuru" olması ile alaka kurdum. Kimsenin kaybedecek birşeyi olmaması ile.

Oysa şimdi anlıyorum ki, bazı temizlik çalışmaları işe yaramış. Her nasıl olduysa, ben hayatıma bu şeffaflığı davet etmişim. Demek emekler karşılık veriyormuş.

Ne mutlu bana.

Ben hayatımı dürüst yaşamaya karar verdim.

Ben insanlara güveniyorum.

Ben verdiğim emeğin/ paranın karşılığını tam olarak almayı hakediyorum.

13 Ekim 2009 Salı

Bütün beklentilerin ötesinde

Pek çok spiritüel öğreti bize hayallerimizi nasıl gerçekleştirebileceğimiz konusunda egzersizler öneriyor. Imajinasyon (gözönünde canlandırma), yazmak, çizmek, dua etmek, akışa bırakmak... Sayısız benzer yöntem... Ya da çeşitli inanışların dilek dileme yerleri/ yöntemleri var. Pasta mumu üflemekten, ağaca çaput bağlamaya, Meryem Ana'ya mum yakmaya kadar...
Ben bu çalışmalarda her zaman zorlanmışımdır.
Şimdiye kadar bunun nedenini şunlara bağlardım:
- Yaşadığım hayattan/ andan memnunum, aklıma dileyecek daha fazla birşey gelmiyor
- Benim için en hayırlı olanı, evrenin büyük planını nasıl bilebilirim ki
Bugün artık bu nedenlere bir yenisi daha eklendi, sınırlarım.
Evet, ne kadar dar çerçevelerde düşündüğümü farkettirdi bana bu son seyahat:
- Oraya gidemem, oraya zaten gidilemez.
- Param yetmez.
- Uzak
Evet, bir hayal ülkesi kadar uzak bazı şeyler bana. O nedenle o kadar bastırmışım ki kendimi. Sadece genelin gittiği yerler gidilebilir, genelin istediği şeyler (ev, para, araba vb.) dilenebilir. Onları istemiyorsam, dilenecek birşey de yoktur. Bu kadar sınırlıymışım meğer hayallerimde. Sadece beynimde değil, kalbimde de sınırlar olduğunu farkettim.
Ben sınırlarımı bırakmaya niyet ettim.
Hayallerimi sınırlamayı bugüm bırakıyorum.
Zihnimi olduğu kadar beynimi de serbest bırakıyorum.

12 Ekim 2009 Pazartesi

Beklenmeyeni beklemek ya da hayallerin ötesi

"Beklenmeyeni bekle" (expect the unexpected), bizim çılgın iş dünyasında çok kullanılan bir terim. Sanırım bir savaş terimi olmalı. Yani "gelebilecek her türlü kötülüğe hazır ol." Dediğim gibi en azından yoğun rekabet ortamında bu anlamı ile kullanılıyor.
Yeni farkettim ben oysa, ne kadar güzel bir anlam içerebildiğini. Beklenmeyeni beklemek: Başlığın ikinci yarısındaki şekliyle hayal bile edemeyeceğiniz şeylerin gerçekleşmesi anlamına da gelebilir.
Eşim ve oğlumla, turistik seyahat amacı ile Münih'e gittik. 3 gece kalacağız. Nereyi gezeceğiz? Giderken hiç fikrimiz yoktu. Sadece ben eski iş seyahati deneyimlerimden Münih banliyölerinin sonbaharda harika olduğunu biliyorum. Yine de (tüm arkadaş vetolarına rağmen) içimizi bir kurt kemirmiyor, "yaaa, bu 3 gün orada nasıl zaman geçiririz?" diye. İçimiz ferah. Yürüyüş yaparız, oturur kahve içeriz, biraz şehir turu atarız falan diyoruz. Ilk gün kaldığımız banliyö semtini turladık. 2. gün trenle Münih'e gittik. İlk durak turizm danışma. Ben içeri girdim broşürleri karıştırıyorum. Karşıma harika bir broşür çıktı. Neuschwanstein Şatosu'na 1 günlük turlar. Harika. Bu blogda gezi yazıları yamadığım için detaya girmiyorum. Ancak büyülendiğimi söylemeden geçemeyeceğim. Bir masalda yaşar gibi hissettim.
Daha sonra eşimle konuştuk. Bu kadar seyahat etmemize ve bu şatoyu bu kadar beğenmemize rağmen ikimiz de hayal bile etmemişiz oraya gidebileceğimizi. Neden bilmiyorum.
Yine de beklentisiz bir seyahatin bize getirdiği muhteşem bir hediye ile ödüllendirildik. Bunun için evrene sonsuz teşekkür ediyorum. Kendimi akışa teslim etmenin akıllıca olduğunu kabul edebildiğim için şükrediyorum.

Dip: Disney'in şatosuna da ilham kaynağı olan bu şatonun hem yapılış hikayesi hem de yaptıran Bavyera Kralı II. Ludwig'in hayat hikayesi çok ilginç. Araştırmanızı tavsiye ederim.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...