26 Eylül 2010 Pazar

Sil baştan...

Toscana'daydım, yeni döndüm... Oradayken, küçücük köylerden geçtik... Ormanın içinde, ıssız dağ başınlarında kaleler, villalar gördüm... "Oralarda yaşasam yok olurum." gibi hissettim. En yakın market kilometrelerce uzakta, ölüyorum desen sesini duyan olmaz. Yok olma korkusu çalıştım uzun uzun... "Ben heryerde varım." deyip durdum içimden...

Bir de Etrüskler var tabii Toscana deyince... M.Ö. 800 yılı ile M.Ö. 100 yılı arasında var olmuşlar kabaca... Sonra da aniden tarih sahnesinden silinip gitmişler... Yani yok olmuşlar... Bunu ben demiyorum, Etrüskler hakkında birşeyler anlatanlar kullanıyor bu kelimeleri...

Yani gezim bol miktarda
- Silinip gitmek
- Var olmak
- Yok olmak
- Zaferini tarihe yazmak
gibi kalıplarla geçti.

Gerçekten yok oluyor muyuz? Silinip gitmek ne demektir? Ya da tam tersi, kalıcı olmak tarihe geçmek ne demektir? Gerçekten anladığımız anlamda kalıcılık var mıdır?

Ben silinip gitmeyi kabul ediyorum.
Ban kalıcı olmak için fani olana tutunmaya çalışmayı bırakıyorum.
Ben içindeki sonsuzluğu fark ediyorum.
Ben varım.
Ben herhalimle ve her yerde varım...
Ben sevgiyim.
Kalıcı olan özdür.
Öz sevgidir.

12 Eylül 2010 Pazar

Fanatizm

Günlük hayatımızın içine kadar giren Fransızca kökenli bir kelime Fanatizm. Türkçe sözlüğe göre karşılığı Bağnazlık. TDK şöyle açıklıyor bu kelimeyi: "Bir kimseye veya bir şeye aşırı düşkünlük ve tutkuyla bağlılık, bağnazca davranış." Oysa biz ne kadar seviyoruz fanatizm kelimesini, bağnazlık'tan uzak durmaya çalıştığımız kadar hem de :)

Ekşi sözlükte de şu şekilde açıklamış bir arkadaş:
"belli bir gruba,bir cemaata dahil olmak, yalnız kalmamak diğer insanlardan izole yaşamamak için insan içgüdüsünün getirdiği gereksiz bir olgudur.ayrıca fanatizm aklı az çalışan ya da aklını az çalıştıran bedenlerde çok tehlikeli bir silaha dönüşebilir:(bkz:fasizm), (bkz: holiganlik). buket uzuner'in dediği, "yanlızlığın yaratıcı gücünü tanımayanlar, kendileriyle asla tanışamazlar" gibi fanatikler birey olmanın ne demek olduğunu anlayamayacakları gibi, kendi özlerinin derinliklerinde ne yattığını bilemezler ve hiçbir zaman gerçekten ne hissettiklerini ve ne istediklerini kestiremezler. bir anlamda "führer denkt für uns alle (lider bizim için düşünüyor)" edasıyla odun gelip odun gidecekler."

Şimdi, nelerde fanatizmin örneklerini görüyoruz, mesela takım tutmada en çok, ardından milliyetçilik geliyor, parti tutmak mesela. "Benim ülkem, taşı toprağı altın.", din var bir de. Her türlü konuda ahkam kesip dinle ilgili soruları duymak dahi istememek, cevapsız kalınca rahatsız olmak.

Fanatizm iyi gibi geliyor kimi zaman, örneğin tuttuğunuz takım şampiyon olunca. Çocuk gibi seviniyor insan, kimi zaman göz yaşlarına engel olamıyor.

Yine de hep akılda kalması gereken bir nokta var. Bizi üzen, kızdıran konular kadar, bizi durup dururken aşırı bir sevinç haline sokan konular da çalışma konusudur. Genellikle tatmin olan bir korkumuz sırıtmaktadır altında:
- Başarısızlık
- Güçsüzlük
- Değersizlik
- Yalnız kalmak
- Dışlanmak

Dün milli basketbol takımımız yarı finali geçti, bugün final oynayacak. Çok sevindik tabii. Facebook bir anda "DEV adamlarla" ilgili yorumlarla doldu. Bunlar arasında sevinç nidaları varken, bazıları beni çok düşündürdü. Hiç yorum yapmadan bir kısmını aşağıya kopyalıyorum.

- Dünya duy sesimizi, bu gelen TÜRKLERİN ayak sesleri....
- Semih Erdenin Son Saniyede Yaptığı Hareket Kayıtlara Blok Olarak değil; Osmanlı Tokadı Olarak Geçsin! :)
- Ey amerıka sozum sana; yarın 4. Element tahta:) ıle ı$ın var...
- Durant yarın ishal olsun inşallah!!!
- ıste 12 dev adam tarıh yazıyor.turkuz gucluyuz dunyaya kapak olsun turkıyenın sesı
- TÜRK OLMAKTAN GURUR DUYDUĞUM BİR GECE DAHA !
- Turkiye: The invincible!!!

Ben kendi fanatizmimi görmeye ve onu sevgiye dönüştürmeye niyet ediyorum.

10 Eylül 2010 Cuma

Bir ölümün ardından

Bir yakının ölümü, o ölümü paylaşan kişilerin en derin korkularını alevlendiren bir kibrittir sanki. Nilgün Abla'nın cenazesi de dev bir aynaydı benim için. Bir kere her ölüm "zor" ölümdür kalanlar için. Bu defaki genç ölümü...
Etrafım korku dolu sözlerle dolu, izledim cenaze merasimini...
- Annesinin hayatı bitti. (Anneler için çocuklarının ölümü çok acı)
- Çocukları ömür boyu eksik kalacaklar. (Yarımlık, eksiklik)
- İyi ki vaktiyle evlenmiş de çocuk yapmış hiç değilse o mutluluğu tattı. (çocuğu olmasaydı boşa hayat geçirmiş olacaktı)
Gidene veda etmek önemli, bedenin boş bir elbise olduğunun, ruhun ebedi olduğunun kabulü açısından önemli bence...

Bir de hayat için ibret dolu çıkarımlar yapılır cenazelerde. Yaşam gailesinin boş olduğu, fani dünyanın aldatıcı yanları, didişmelerin bırakılması gerekliliği konuşulur. Hayattaki önceliklerin tekrar gözden geçirilmesinden dem vurulur.
Tanıyan-tanımayan, seven-sevmeyen herkes ağlar, ağlayamayanlar "acaba ayıplanır mıyım?" kaygısı ile etrafa bakar, bazısı gözlük takar ardında gizlenmek için.
Mutlaka ölenin arkasından güzel birşeyler söylenir, "yarın benim arkamdan da söylensin" umuduyla çoğu zaman.
Dini inançlar gözden geçirilir, "yarın cehennemde yanar mıyım?" fikri geçer akıldan.

Her durumda bir tanıdığın ölümü korkularımızı açığa çıkartır, önemli bir fırsattır bu açıdan. Benim gördüklerim şunlardı örneğin:
- Kaybetme
- Ölüm / Yok olma
- Cezalandırılma
- Yargılanma
- Sevilmeme
- İsraf
- Eksiklik
- Yalnız kalma

Sevgili Nilgün Abla, seni hiç tanımadım, ama umarım oyunun bu sahnesinden zevk almışsındır. Umarım derslerin güzel geçmiştir. Senin şu anda sevgiye dönmüş olduğunu biliyorum. Oyunun dışına çıkışınla bize bizi gösterdiğin için sana teşekkür ediyorum. Önünde sevgi ile eğiliyorum... Seni sevgi ile uğurluyorum.

7 Eylül 2010 Salı

Bayram

Gösteriş

"Bu yazı iPhone için Facebook aracılığı ile gönderildi." diye yazıyor ya Facebook'ta, ya da "Bu mesaj Blackberry ile gönderilmiştir." diyor e-postaların sonunda. Buna takmıyorum da, buna takanlar var, oradan dikkatimi çekiyor. Diyorum ki, "bu telefonları o kadar para verip alanlar mı gösteriş meraklısı, yoksa buna takanların mı damarında akıyor o zehir?"

Demek ki, aynamda gösteriş çıktı. Hani gerçekten hiç gösteriş meraklısı olmadım gibime geliyor, demek öyleymişim.

Ben nerelerde gösteriş yapıyorum?
- Bilgim ve genel kültürümle
- Ailemle
- Okuduğum okullarla, çalıştığım iş/ şirketlerle
- Çalışmamakla
- Köyde yaşamakla, herkesin yapamadığını yapmakla
- Kendime özen göstermeme cesaretimle

Ben neden gösteriş yapma ihtiyacı duyuyorum?
- Beni güçlü/ farklı hissettiriyor

Farklı olursam ne olur?
- Daha da güçlü olurum
- Sıradan olmam, koyun olmam

Koyun olursam ne olur?
- Sürüde kaybolurum
- Dikkat çekemem, ilginç olmam

İlginç olmazsam ne olur?
- Sevilmem
- Kabul edilmem
- Mutlu olmam

Beni ben seviyor ve kabul ediyorum.
Benim mutlu olmam için dışardan kabul görme ihtiyacım yok.
Ben kendi yolumu kendim buluyorum.
Ben kendimi seviyorum.
Ben her halimle kabulüm.
Ben her halimle sevilmeye layığım.
Benim var olmak için dışardan görülmeye ihtiyacım yok.
Ben zaten varım.

Sevgili Gösterişçiler,
Bana beni gösterdiğiniz için size teşekkür ediyorum, önünüzde şükranla eğiliyorum.
Ben sizi seviyor ve sevgi ile kabul ediyorum.
Ben yargılamayı bırakıyor ve olanı tam olduğu hali ile kabul ediyorum.

4 Eylül 2010 Cumartesi

Suçlanma ve altından çıkanlar

Ev hanımlığı ile başlayan süreçte anneliğin ilginç bir boyutu ile karşılaştım: Suçluluk

Oğlumun her hastalığı benim suçlanma korkumu harekete geçiren bir düğmeydi sanki. Hatta o kadar ki: "Bu çocuk çok hastalandı." diyen herkese "Ne yani, ben çocuğuma iyi bakamıyor muyum?" diye haykırmak istiyordum. Oğlan hasta oldu, ben suçlanma korkusu çalıştım...

Sonuç, suçlanma korkum o kadar hafifledi ki, insanlar artık benim için beni aklar oldular. Mesela geçenlerde arkadaşlarla tatildeyiz, akşam Deniz kusmaya başladı, tabii arkadaşlar da fikir üretmeye... Biri "başına güneş geçti belki" diyor, bir başkası "Olamaz, başında şapka olan tek çocuk Deniz'di." diyor. Benim savunmaya geçmeme bile fırsat vermediler. Dedim, evet, çalışmalar işe yarıyor...

Bir korku etkisini azaltınca altından başka bir korku çıkıyor. Tıpkı soğan kabuğu soyar gibi hissediyorum kendimi...

Deniz yine hasta, ama bu defa nerede yanlış yaptığımı düşünmüyorum, neyi eksik yaptığımı düşünüyorum. Daha mı iyi, his pek de farklı değil. Ancak zannımca hata yapmak suçlanma ile bağlantılıyken eksik yapma yetersizlik ile alakalı. Yani üstbenim öyle söylüyor. Bu aralar saat kurup gece kalkıp Deniz'in üstünü örtme hissime zor mani oluyor, bir yandan da yetersizlik korkusu çalışıyorum.

En sonunda bunladım, sordum içime: "Deniz bu kadar sık hasta olmaktan ne zaman kurtulacak?" diye. Ne dese beğenirsiniz: "Onun sağlıklı olması ile övünmeyi bırakınca."

BAŞARI

Çocuğun sağlıklı olması bir başarı kriteri yani benim için, iyi mi... Güç, aşağılanma da işin içinde yani.

Ben Deniz'in ayrı bir birey olduğunu kabul ediyorum.
Ben onun yoluna saygı duyuyorum.
Ben anne olarak yeterliyim.
Ben Deniz için yeterliyim.
Ben yeterliyim.
Ben kendimi onaylıyorum.
Ben oğlumun sağlık durumundan güç almayı bırakıyorum.
Ben kendimi yetersiz halimle seviyorum.
Ben kendime yetersiz olma izni veriyorum.
Ben kendimi yetersiz halimle kabul ediyorum.

3 Eylül 2010 Cuma

iş hayatı - ev hayatı

Çalışma konusu beni buraya sürükledi...

Ben çok başarılı olursam bundan kimler zarar görür? - Eşim ve oğlum

Ortada bir çalışan anne sendromu var sanki.

Başarılı olursam kimin önüne geçeceğimi zannediyorum? - Eşimin

İşyerimde huzur olursa ne olur? - Evimden uzaklaşırım, eve gelmek istemem.

İş hayatını ev hayatının rakibi olarak görüyormuşum anladım ki:

- İşyerinde başarılı olan insanların mutsuz bir ev hayatları vardır.
- Çalışan kadınlar çocuklarına ve ailelerine yeterli vakit ayıramazlar.
- Ailesinde problem olanlar işlerine daha sıkı sarılır.
- İş hayatı bir güvencedir, güvenceden yoksun olanlar ona sığınır.
- Kadının yeri ailesinin yanıdır.
- Kadın her durumda ailesini ön plana almak zorundadır.

Ne güzel kayıtlar değil mi? Hayatta kalmaya imkan yok. Kat-i, sert, alternatifsiz.

Güç sevgiye karşı ( ! )

Ben başarılı bir iş kadını olursam bana/ aileme ne olur?

- Ailem tarafından sevilmem (sevilmeme korkusu)
- Ailem tarafından onları ihmal etmekle suçlanırım (suçlanma korkusu)
- Aileme yeterli sevgi veremem (güç=> başarılı olmak için duygusuz olmak gerekir)
- Eşim, çocuğum mutsuz olur (bağımlılık)
- Yalnız kalırım (yalnızlık korkusu, dışlanma korkusu)
- Aileme yeterli zaman ayıramam (yetersizlik korkusu => başarılı olmak için gereğinden fazla çalışmak gerekir)

Ben kendime başarılı olma izni veriyorum.
Ben hayatımdaki herşeyi dengeleyebilirim.
Ben kendime istediğim şeyle istediğim kadar ilgilenme izni veriyorum.
Ben iş ve aile hayatını bir arada yürütmek için yeterliyim.
Ben her koşulda sevilmeye layığım.
Ben kendimle beraberim.
Ben benimle yeterliyim.
Ben sevgiyim.
Ben yalnız ve tek başıma tam ve bütünüm.
Eşim/ oğlum yalnız ve tek başına tam ve bütün.
Eşim/ oğlum kendileri için yeterli.
Ben eşime/ oğluma bensiz mutlu olma izni veriyorum.
Ben güçlü ya da güçsüz olduğum halimle tam ve bütünüm.
Benim hayatımda sevgiye her zaman yer var, çünkü sevgi benim içimde.
Benim sevgiyi dışardan almama gerek yok, çünkü sevgi benim içimde.
Ben sevgiye izin veriyorum.
Ben kendime sevgiyle akma izni veriyorum.
Ben sevgiyi kabul ediyorum.

iş yaşamı ile ilgili çalışma

- Ben çok başarılı olursam bana ne olur?
- Ben işyerinde huzurlu olursam bana ne olur?
- Ben çok başarılı olursam bundan kimlerin zarar göreceğini sanıyorum?
ve tabii Özlem'in eklediği
- Ben çok başarılı olursam kimin önüne geçerim zannediyorum?

2 Eylül 2010 Perşembe

İş yaşamı

Kardeşimin canı sıkkındı biraz. "Reiki yollayayım sana" dedim. Bugün oturdum, Reiki gönderiyorum, kendimi kaybetmişim, "Dur biraz da aurasına destek vereyim" dedim... Onun için dileklerde bulunmaya başladım bir yandan da:
- Zorluklarla mücadele için güç,
- Dayanmak için direnç

Bir anda ağzımdan çıkanı kulağım duyuverdi. Şifa mı gönderiyorsun, savaşa mı hazırlıyorsun kızı? Reiki gibi bir sevgi enerjisini bile "Güç" hastalığına alet edebiliyor insan.

Hani biz enerjiyi/ şifayı yollardık da gerisine karışmazdık?
Hani sevgi müdahale hakkını getirmezdi?

Neyse, buradan başka bir yere atlamak istiyorum. Hemen arkasından düşündüm, "ben bunları neden söyledim?" diye. Bunlar benim hangi alandaki kayıtlarım? Tabii ki iş yaşamında başarılı olmak...

İş yaşamı ile ilgili ne kayıtlar var bende:
- İş yaşamında başarılı olmak için dayanıklı olmak gerekir.
- Herkes sana çelme takmak için bekler.
- İşverenler sürekli haksızlık yaparlar, çıkarlarınız sürekli çelişir.
- İşyerinde mutlu olmak mümkün değildir, sadece katlanmak vardır.
- Hep kendinden aşağı insanlar üstün olurlar.
- Yükselmek için yetenek değil yalakalık gerekir.
- Tahammül sınırlarını zorlarlar.

Bu kayıtlarla insan ne başarılı olabilir, ne de başarıyı takdir edebilir. Sürekli huzursuzluğu, çekişmeyi teşvik eden, gücü yücelten kayıtlar bunlar, kim bilir ne zamandan kalma. Hatta daha da ileri gidersem, iş yaşamında başarılı olanları da aşağılayan bir kısır döngü söz konusu. Bu kayıtlar baki kaldığı müddetçe, kendime iş hayatında başarılı olma izni vermem mümkün değil.

Anladım ki, bu kayıtlarla, insanın mutlu, huzurlu, çevresi ve kendisi ile barışık, yeteneklerini göstererek, takdir ederek ve edilerek çalışabileceği bir iş yaratmam zaten imkansız.

Ben bu kayıtlarımı iptal etmeye niyet ettim.
Ben iş yaşamının getireceği huzur, barış ve kendini gerçekleştirme hissini kabul ediyorum.
Ben sevgiyi işyeri de dahil olmak üzere her yerde hissediyorum.
Ben herkesle bir olduğumu kabul ediyorum.
Ben işyerindeki ve her yerdeki sevgiye kendimi açıyorum.
Ben çalışma ortamı ve huzurun bir arada bulunamayacağı düşüncemi iptal ediyorum.
Ben bana sunulan huzuru sevgiyle kabul ediyorum...
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...