28 Nisan 2011 Perşembe

Küçük bir sınav


Dün gece eşimle ufak bir tartışma yaşadık. Daha doğrusu o benden bir şey yapmamı istedi. Ben yapmak istemedim. Ama genel alışkanlıklarım doğrultusunda "Hayır, canım istemiyor." demediğim için biraz yaptım, biraz geçiştirdim, sonra kalktım, başka bir işe koyuldum. O bana kızdı geçiştirdiğim için, iş biraz büyüdü. Ben gün içinde ne kadar zorluklar yaşadığımı anlattım, falan filan...

Sonra bir suskunluk anı... Kavgaya dökmek istemiyorum çünkü... Duygu sömürüsüne dökmeye takatim de yok... 

Dedim ki: "Evet, senin istediğini canım yapmak istemedi. Bunu da sana söyleyemedim. Ondan sonra söylediğim her şey bahane, çarpıtma, yönlendirme." Bu kadar basitti... YAPMAK İSTEMEDİM.

Bunu diyebildiğim anda istemediğim halde bir şey yaparken hissettiğim o "Kendini hiçe sayma" korkusu kayboldu. Kendini var etme anı başladı...

Tabii bu bir gecede olmadı. Önce bu korkunun üstünde olan yalnız kalma, terk edilme, tatsızlık çıkması vb. korkuların biraz durulması gerekti...

Ne mutlu bana...

23 Nisan 2011 Cumartesi

http://23nisanblog.wordpress.com/




"TUNA (8 YAŞ)UNICEF yararına Roche tarafından düzenlenen ‘Geleceğin Yıldızı Sensin! Ne Olmak İstersin?” resim yarışmasına katıldığı resmini paylaşıyor."

16 Nisan 2011 Cumartesi

Hobi

TDK'ya göre hobi, "Görev ve meslek dışında severek yapılan, dinlendirici, oyalayıcı uğraş." olarak tanımlanıyor. Daha geniş tanımı şu şekilde yapılmış başka bir kaynakta: "Bence HOBİ, çalışma zamanları dışında yapılan, kişinin ruhsal, bedensel ve sosyal yaşantısına bilgi, beceri kazandırmak amacı taşıyan uğraşılara denir. Zamanımızda bütün hastalıkların sebebi olarak bilinen STRES ile savaşmanın en kolay yolu herhangi bir HOBİ ile uğraşmaktır."


Sık sık düşünüyorum benim bir hobim var mı diye... Çünkü bütün zamanlarım neredeyse çalışma zamanlarının dışında, hastalıksız ve stressiz... Bu durumda yaptığım her şey hobi olabilir, ama ben öyle hissetmiyorum. Bir dönem hayalimizdeki iş konusunu konuşurken Sevgili Ayşe şöyle bir tanım yapmıştı: "Hobimi yapıp üstüne para kazanmak istiyorum." Gerçekten de zaman içinde değişen iş tanımımla para kazanmak için bunu yapmam gerekiyor. 


"Peki nedir benim keyifle yaptığım şeyler?" diye soruyorum kendime?
- Yapmaya kendimi mecbur hissetmediğim şeyler
- İstediğim zaman, istediğim kadar yapabildiğim şeyler


Örgü örmek mesela... Çok seviyorum örgü örmeyi, ama ne zaman bir hedefle örüyorum, bir süre sonra elimde uzamaya başlıyor örgü, zaman kısıtı girdikçe işin içine, örmek ağırlaşıyor, güçleşiyor. Bu durumda beni motive eden şey, hediye edeceğim kişinin, ne kadar sevineceği oluyor yani sevilmeme korkusu, beğenilmeme korkusu ya da kurtarma zihni giriyor devreye... O anda kendim için bir şey yapmaktan çıkıyorum.


Yemek yapmak mesela... Çok seviyorum yeni bir şeyler pişirmeyi, ama ne zaman her akşam yemek yapma zorunluluğuna giriyorum, eziyet olmaya başlıyor yemek pişirmek. Bu durumda o yemeğin ne kadar beğenileceği motive diyor beni, yani beğenilmeme korkusu, başarısızlık korkusu, takdir edilmeme korkusu mutlu oluyor...


Yazmak mesela... Kendimi ifade etmek, fikirlerimi paylaşmak, ama ne zaman "yazmalıyım, çünkü okurlar düzenli yazı bekliyorlar" diye düşünüyorum, fikir gelmiyor aklıma, tıkanıyorum.


Hala bulamadım beni mutlu edecek aynı zamanda paraya çevirebileceğim bir hobi, çünkü hala "diğerleri" giriyor devreye, hala BEN geri planda kalıyor... Ben kendim için VAR'ım oysa ki... Ben yazdıklarım ya da yaptıklarım değilim. BEN herşeyim...

11 Nisan 2011 Pazartesi

Ayrılıklar

Cumartesi günü, durup dururken bir anda içimden: "Ben tüm ayrılıkları bitirmeye niyet ediyorum." sözü geldi. Niyet etmenin gücünü bildiğim için bu tarz cümleleri çok hızlı sarf etmekten kaçınırım aslında, ama dedim ya, içimden çıkıverdi.

Sonra köy meydanına doğru yürüyüşe çıktık ve bir anda tüm "öteki taraflar" bir arada karşımdaydı. Diğer zeytinyağı fabrikasının kurucusu, diğer zeytin topluluğunun başındaki adam, diğer panelistler, hepsi bir arada sahne kurulmuştu benim için...

Önce selam vermeye çekindik, davet edilmediğimiz bir organizasyonla karşı karşıyaydık nihayetinde, kimseleri rahatsız etmek istemedik. Ancak köy meydanında işimiz vardı ve beklemek zorundaydık. Mecburen bir yere oturduk. Ama sahne benim için kurulmuştu, dediğim gibi... Bir süre sonra, içeri girip rahatsız etmekten çekindiğim grup dışarı çıktı ve bizim masaya etrafımıza oturdular. Bir anda tüm "öteki"lerin ortasındaydık... Tam merkezde...

Bundan ala sahne mi olur? Ben "öteki"leri bitirme yolunda gereken adımları atmaya karar verdim. Ben herkesle BİR olduğumu, "öteki"ni yaratanın kendim olduğumu KABUL ediyorum.

Bu adımda kabul etmekten öte ne yapacağımı bilemedim şimdilik... Ancak bugünlerde oğluma ilkokul arayışı içindeyim... Bir başka "ayrılıklar" senaryosu daha... Kendime benzer bulduklarımı beğenme, bana benzemeyenleri dışlama eğilimim var, bir ÖTEKİ yaratma senaryosu daha...

Bakalım bu niyet beni nereye götürecek?

7 Nisan 2011 Perşembe

Eğitim Şart... Mı?

Bir "eğitim şart" lafıdır gidiyor... Herkes, her durumda, lafın bittiği yerde "eğitim şart" deyiveriyor...

Eğitim gerçekten şart mı?

"Eğitim sisteminde ben şimdiye kadar neler öğrendim?" diye sordum kendime...

- Diğerlerinden daha ilerde olmayı, hatta 1-0 önde başlamayı öğrendim.
- Hakkımı aramayı öğrendim.
- En sivri dilimle kendimi savunmayı öğrendim.
- Kendimi nasıl daha yukarıda konumlayabileceğimi öğrendim.
- Yeri geldiğinde "politik davranmayı" öğrendim.
- Gözden ırak olanın, gönülden de ırak olduğunu, ya da ağlamayana meme olmadığını öğrendim.
- Güçlü isen bütün kapıların sana açılacağını öğrendim.
- İnsanlara tepeden bakmayı, para ile işlerimi yaptırmayı öğrendim.
- İyi bağlantılar kurarsan istediğin yere gelebileceğini öğrendim.
- Plan yapmayı, strateji geliştirmeyi, proaktif olmayı öğrendim.

Bravo bana. Yani bunca yıl kendimi sözde eğiterek, güçsüzlük korkumu, değersizlik korkumu, başarısızlık korkumu, parasızlık korkumu, yetersizlik korkumu, kontrolcü kimliğimi, kurtarma zihniyetimi, ezilme korkumu mutlu ettim.

Elime ne geçti? Planlarım oldu mu? Stratejilerim tuttu mu? İstediğim yere geldim mi?

Bu karamsar bir yazı değil. Bu bir insan olma yazısı.

Kendini başkasından üstün gören, BİR'liğe ulaşamaz... BİR'liği hissedemeyen SEVGİ'yi anlayamaz. Eğitim elimizde bir güç oyuncağı durumuna gelmiş, bu oyuncağı bırakmanın zamanı geldi sanırım.

Sadece bakmak, görmek, dinlemek yeter BİLMEK için... Sadece sevgi olduğumuzu hatırlamak yeter... Yeter ki yüreğimiz açık olsun.

4 Nisan 2011 Pazartesi

Eğlence mi iş mi?

Eşimle sevdiğimiz bir dizinin DVD'sini izliyoruz. Başta alt yazıyı çeviren kişilerin ismi yazdı: Sacit ve Orkun. Bir anda gözümün önünde bir görüntü belirdi. 18-20 yaşlarında 2 delikanlı, ellerinde biraları bir yandan eğleniyor, bir yandan da dizinin çevirisini yapıyor, yaptıkça daha da neşeleniyorlar... Sacit ve Orkun gerçekten bu kadar genç mi ya da bu çevirileri yaparken bu kadar eğlendiler mi bilemiyorum, ama ben öyle hissettim o anda yaptıkları iş ile ilgili olarak.

Bugün de Köprüler - iki dünya isimli bir CD aldım. Bildiğimiz klasik müzik parçalarını Türk motifleri ile süslemişler, nefis bir çalışma olmuş, çok zengin. Gürol Ağırbaş düzenlemiş, Erkan Oğur, Okay Temiz, Ercan Irmak, Halil Karaduman gibi birçok virtüöz çalmış. Yine bir görüntü belirdi CD'yi dinlerken gözümün önünde: Gürol Ağırbaş, keyifle gidiyor Erkan Oğur'un ya da Okay Temiz'in yanına... "Abi, çok eğlenceli bir projem var. Acayip keyif alacağız çalarken." diyor... Ama doğru, ama yanlış böyle düşünmek çok hoşuma gitti.

Bir anda anladım.

Benim iş yapma ile ilgili kayıtlarım değişiyor. Daha önce İş yaşamı başlıklı yazımda iş hayatı ile ilgili ne kadar fazla negatif kaydım olduğunu yazmıştım. Sanırım bu kayıtlar hafifliyor artık. O nedenle de insanların yaptıkları işten keyif aldıklarını, yaparken çok eğlendiklerini, hobilerinden para kazandıklarını düşünüyorum. İş yaşamını sıkıcı takım elbise, gülmeyen suratlar, bezgin bakışlar kalıbından çıkartıyorum yavaş yavaş.

Ne güzel, ne güzel... Yola devam...

2 Nisan 2011 Cumartesi

Bilgi Hakkında

Etrafımda bazı insanlar kendilerinin öğrendiği bir bilgiyi, herkesin bilebileceği bir şey olarak görüp normal sohbetlerinin içinde kullanabiliyorlar. Mesela çok özel bir eğitimde öğrendikleri bir kavramı bir konuyu açıklarken genel bir bilgi gibi kullanabiliyorlar... Yok, havalı bir biçimde değil, safça, sadece kendilerinin bildiğini herkesin bildiğini zannettikleri için...

Bazıları da herkesin bildiği çok genel bilgileri sadece kendileri biliyormuş gibi ortaya koyuyor, bu bilgilerle öğretmencilik oynuyorlar...

Tabii kendimle sohbet ederken fark ettim ki, bu cümlelerde geçen herkes BEN'im... Yani, benim bilmediğim bir konuyu çoğu kimsenin bilemeyeceğini düşünürken benim çok iyi bildiğim bir konu karşıma çıktığında onu bilmediğimin düşünülmesi beni çıldırtabiliyor.

Bundan önce Gösteriş başlıklı yazımda değinmiştim. Bilgi benim için çok önemli. Benim güç kaynağım, gösteriş merkezim, sivri dilim...

Pek çok şeyden vazgeçmek kolay geliyor da, bilmekten vazgeçmekte zorlanıyorum hala...

Bilgi güçtür.
Bilgi değerdir.
Bilgi anahtardır, her kapıyı açar.
Bilgi VAR'lıktır.

Oysa aslında benim kapılarım hep açık. Benim bilmem gerekmiyor. Ben bilmesem de değerliyim. Sürekli güçlü olmam gerekmiyor, çünkü zaten güvendeyim.

Var olduğumu kendime kanıtlamam gerekmiyor, çünkü ben zaten VAR'ım.

Eğer bilmem gereken bir şey olursa AN'da bilirim...
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...