20 Ağustos 2011 Cumartesi

Beklentiler

"Beklentileriniz olmazsa mutsuz de olmazsınız." Bu tarz bir söylemi sanırım ilk olarak Deepak Chopra'nın kitaplarında okumuştum. O dönem daha koşuşturmanın içinde olduğum için açık söylüyorum hiçbir şey anlamamıştım. O zamanlar hedef belirleme ile başlayan koşu hayatımın ön planındaydı. Hatta proaktif olma, stratejik davranma gibi terimler prim yapıyordu.


Aradan 8-9 sene geçti. Biraz daha duruldum, daha az koşar oldum. Ancak bugün bakıyorum da hala beni aşağı çekiyor "beklentilerim".


Kendimce anlamını açıklayayım beklenti kelimesinin: 
* Bir eylemin sonucunda belli bir şeyin olmasını beklemek.
* Toplumun ya da insanın kendisinin kendine biçtiği rol ile doğru orantılı olan davranışları yerine getirmek.


Tabii eskisi kadar ön planda seyretmiyor bu beklentiler, ancak sinsi sinsi hala oradalar. Mesela eskiden bir "iyilik" yapınca teşekkür beklerdim. Oysa şimdi biliyorum ki, birinin istemediği birşeyi yaparsak, onu zaten onun için değil kendimiz için yapıyoruz. Sonuçta teşekkür ya da tekdir bekliyorsam, o zaten iyilik değildir ki.


Beklentinin altında biraz da takılıp kalmak var. Biraz şartlanmalardan, biraz sınırlı düşünmekten kaynaklanıyor bu takılmalarım. Örneğin çok para istiyoruz diyelim, aklınıza hangi kaynaklar geliyor?


- Milli Piyango?
- Miras?
- Borsada voliyi vurmak?


Ben fark ettim ki, çalışmalarımı gerçekten de bir noktaya kilitlemişim. Cevabı orada arıyor, olmayınca mutsuz oluyorum.


Aklımıza gelen seçenekler kendi sınırlarımız ile çerçeveli herşeyden önce. Ayrıca fark ettim ki, "çalışarak çok para kazanılmaz" gibi bir kaydım daha var. Ama tüm bu çalışmaların sonunda beni asıl mutsuz eden, beklentilerim. O kadar alışmışım ki edim-ödül döngüsüne, yaptığım her eylemin sonunda bir ödül bekliyorum. Olmazsa, düşüyorum, hayal kırıklığına uğruyorum, demotive oluyorum. İşte beklentinin laneti...


Oysa ben artık kendimi akışa bırakmak, ektiklerimin meyvelerini vakti geldiğinde toplayarak, evrenin güzel sürprizlerini beklentisizce karşılayarak ilerlemek istiyorum.

16 Ağustos 2011 Salı

Burnumun Ucu

Hani "Herşey sende gizli" demiş ya Can Yücel, öyle birşey işte... Aylarca ararsınız cevabı, bakmadığınız yer kalmaz, sonra bir bakarsınız burnunuzun ucundaymış aylardır, görememişsiniz.

Aylarca aradım ben de cevabımı. Gözümdeki gözlüğü arar gibi aramışım meğer.

Yine de Simyacı'daki çobanın seyahati gibi, bazen taa Mısır'a gitmeden, anlamıyor insan evinin önündeki hazinesini. Değerini bilmekten bahsetmiyorum, gerçekten bulmaktan bahsediyorum, mecaz yok.

Hazır olmakla ilgili çünkü anladıklarımız. Ben neye hazırsam o da benim için hazırdır. (Marc Victor Hansen'in sözü) Hazır değilsem henüz, sadece ararım, hazır olunca ANlarım.

Ne mutlu bana ki, bugün bir şeye daha hazırmışım, bugün buldum gözümdeki gözlüğümü, burnumun ucunda...

11 Ağustos 2011 Perşembe

İsyan

"Aman iyi düşünelim, iyi olsun." diye bir inanış vardır. Maalesef öyle olmuyor. İçimizde, sürekli susmayan zihnimizde öyle kötü şeyler söyleniyor ki, bizim bunları dinlemezmiş gibi görünmemizin maalesef bir faydası dokunmuyor. Bir sinek vızıltısı gibi beynimin içinde sürekli bir yayın var, onu dinlemiyorsam, bu duymadığım anlamına gelir mi?

Korkunun üstüne gitmek lazım bu gibi durumlarda... Ama "yenmek" için değil, yanlış anlaşılmasın, sadece daha iyi anlamak için... Mantığın "kaç" diye bağırırken, orada durup kendini iyice gözlemlemek için... Başına kötü bir şey geldiğinde buna şükretmek lazım, ama sabır kuyusu olmak anlamında değil, görüp dönüştürmek için.

"Buna da şükür" afyonumuz ise eğer, bir yerde yanlış yapıyoruz. Halimizden memnun olmamak lazım, ama hırslanmak anlamında değil, değiştirmek istemek anlamında.

"Her işte bir hayır vardır."cılığı bırakmalıyız artık, hayır sadece dönüşümdedir. Başımıza gelen her felaket bir fırsattır elbet, ama dönüştürmek için statükoyu korumaya çalışmak yerine kararlı bir değişim isteği gerekir.

Ben sıkıştım yine ve bu "sakinleştiriciler" dönüyor sıra ile beynimde. Hiç birini kabul etmeye niyetim yok. Ben sevmedim bu olanları, istemiyorum. Ben dönüşümü seçiyorum.

4 Ağustos 2011 Perşembe

Bir dilek tut

Bugün bana bir dilek hakkı verilseydi, sadece tek bir dilek hakkı, ne dilerdim, onu düşündüm...

Tek bir dilek ile bütün dünyayı düzeltmek mümkün mü diye düşündüm önce? Dünya barışı gibi mesela... Önce insanın içindeki savaş bitmeli diye düşündüm. İçimizdeki savaşma dürtüsü sona erse belki biter savaşlar. Ama o zaman ilerleme olur muydu diye merak ettim. Bir de savaşların bitmesi dünyayı başka bir dengesizliğe götürürmüş gibi geldi.

Dünyanın olabileceği en ideal hale gelmesini dilemeyi düşündüm. Hani bir dileğin tüm yönleri ile değerlendirilmesi gerekir mantığı ile detaylardan biraz kurtulmak için... Ama böyle bir durumda da her halde hiçbir şey değişmezdi dünya düzeninde... Olabilecek en ideal hali ile yaratılmıştır her halde dünya, değil mi ama?

O zaman tek bir dilekle dünyayı olduğundan daha iyi bir yer yapamayacağımı kabul ettiğime göre, kendim için hani "bencilce" bir şey dilesem diye geçti içimden... Beni şu anda olduğumdan daha "iyi" yapacak tek bir dilek ne olabilirdi? Hani parada pulda, evde, arabada zaten gözüm yok. Sonsuz huzur dileyebilirim belki?

Sonsuz huzur? Uğrunda uğraştığımı sandığım, gün be gün ona yürüdüğüm konu...

Korktum. Sonsuz huzurun beni çevireceğini sandığım ŞEYden korktum. Sanki ben olmaktan çıkarmışım gibi. Benim olan herşeyi kaybedecekmişim gibi. Bunca yıldır aklımla bildiğim şeyi, işimin, eşimin, evimin, tahsilimin BEN olmadığımı, halen gönlümle bilmezmişim meğer...

İç huzuruna kavuşmanın OT olmak olduğunu sanırmışım hala için için... İnsanın değişim korkusu içinde olmasının daha net bir nedeni olur mu? İçinde bulunduğumuz bu üstünlük, güç, güvende olma savaşından çıkmak istemememize bundan başka bir açıklama gerekir mi?

Ben kendimi tam olduğum halimle anlamayı ve kabul etmeyi seçiyorum.
Ben üstümdeki gömlekleri birer birer çıkartırken altından çıkacak olan BEN'in sevgi ve huzur olduğuna inanıyorum.
Ben huzura güvenle ilerliyorum.

2 Ağustos 2011 Salı

Anahtar sahipleri

Annem taşındı yakın zamanda... Bu nedenle ortalıkta bir anahtar mevzuu dönüp duruyor ortada... En son bugün evdeki anahtar yığınına bir göz attım, tanımadığım, bilmediğim, hangi kapıyı açtığı belli olmayan bir sürü anahtar buldum evde...

Milan Kundera'nın Anahtar Sahipleri isimli bir tiyatro oyunu vardı. Yıllar önce okumuştum. Gücün bir sembolü olarak bahsediyordu anahtardan. Ben de sordum haliyle kendime bugün: Anahtar benim için ne demek?

TDK tam 9 anlam vermiş anahtar için. Çarpıcı olan 2 tanesi şu şekilde:


 6. mecaz  Vesile, araç, vasıta:
       "Biliyordu ki sabır, cennetin anahtarıdır."- P. Safa.
7 .   sıfat, mecaz  Herhangi bir olayda belirleyici olan:
       "Anahtar parti."- .



İlk aklıma gelen, hayatım boyunca karşılaştığım her sorunda kilit olmak yerine anahtar olmaya çalıştığımı fark ediyorum, çözüm üreten, süreci yöneten, yokuşa sürmeyen, kolay geçinilen... Hatta maymuncuk olmaya çalışıyorum köşelerimi yuvarlama gayreti ile... Başkaları için her kapıyı açan olmak... Bu sayede sevilmek, vazgeçilmez olmak, gizli bir güç...


Ama bu yazıya başlarken aklımdaki asıl tema bu değildi, sapmayalım o zaman, bu yoldan başka zaman geçeriz.


Elimizde ne anahtarlar var, hangi kapıları açıyor bilmiyoruz. Buradan çıkmıştı konu. Hangi anahtarları saklıyoruz kendimize, artık gerekli olmayan? Bir gün bir kapıyı açar umudu ile hangi anahtarları taşıyoruz cebimizde? O kapılar nerede peki? Gerçek kapılar mı onlar? Arkasında ne bulacağımızı ummuştuk o anahtarları cebimize koyarken?


Anahtarları düşünmeyi bitirince kilitlere geçeceğim... 

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...