"Beklentileriniz olmazsa mutsuz de olmazsınız." Bu tarz bir söylemi sanırım ilk olarak Deepak Chopra'nın kitaplarında okumuştum. O dönem daha koşuşturmanın içinde olduğum için açık söylüyorum hiçbir şey anlamamıştım. O zamanlar hedef belirleme ile başlayan koşu hayatımın ön planındaydı. Hatta proaktif olma, stratejik davranma gibi terimler prim yapıyordu.
Aradan 8-9 sene geçti. Biraz daha duruldum, daha az koşar oldum. Ancak bugün bakıyorum da hala beni aşağı çekiyor "beklentilerim".
Kendimce anlamını açıklayayım beklenti kelimesinin:
* Bir eylemin sonucunda belli bir şeyin olmasını beklemek.
* Toplumun ya da insanın kendisinin kendine biçtiği rol ile doğru orantılı olan davranışları yerine getirmek.
Tabii eskisi kadar ön planda seyretmiyor bu beklentiler, ancak sinsi sinsi hala oradalar. Mesela eskiden bir "iyilik" yapınca teşekkür beklerdim. Oysa şimdi biliyorum ki, birinin istemediği birşeyi yaparsak, onu zaten onun için değil kendimiz için yapıyoruz. Sonuçta teşekkür ya da tekdir bekliyorsam, o zaten iyilik değildir ki.
Beklentinin altında biraz da takılıp kalmak var. Biraz şartlanmalardan, biraz sınırlı düşünmekten kaynaklanıyor bu takılmalarım. Örneğin çok para istiyoruz diyelim, aklınıza hangi kaynaklar geliyor?
- Milli Piyango?
- Miras?
- Borsada voliyi vurmak?
Ben fark ettim ki, çalışmalarımı gerçekten de bir noktaya kilitlemişim. Cevabı orada arıyor, olmayınca mutsuz oluyorum.
Aklımıza gelen seçenekler kendi sınırlarımız ile çerçeveli herşeyden önce. Ayrıca fark ettim ki, "çalışarak çok para kazanılmaz" gibi bir kaydım daha var. Ama tüm bu çalışmaların sonunda beni asıl mutsuz eden, beklentilerim. O kadar alışmışım ki edim-ödül döngüsüne, yaptığım her eylemin sonunda bir ödül bekliyorum. Olmazsa, düşüyorum, hayal kırıklığına uğruyorum, demotive oluyorum. İşte beklentinin laneti...
Oysa ben artık kendimi akışa bırakmak, ektiklerimin meyvelerini vakti geldiğinde toplayarak, evrenin güzel sürprizlerini beklentisizce karşılayarak ilerlemek istiyorum.
Aradan 8-9 sene geçti. Biraz daha duruldum, daha az koşar oldum. Ancak bugün bakıyorum da hala beni aşağı çekiyor "beklentilerim".
Kendimce anlamını açıklayayım beklenti kelimesinin:
* Bir eylemin sonucunda belli bir şeyin olmasını beklemek.
* Toplumun ya da insanın kendisinin kendine biçtiği rol ile doğru orantılı olan davranışları yerine getirmek.
Tabii eskisi kadar ön planda seyretmiyor bu beklentiler, ancak sinsi sinsi hala oradalar. Mesela eskiden bir "iyilik" yapınca teşekkür beklerdim. Oysa şimdi biliyorum ki, birinin istemediği birşeyi yaparsak, onu zaten onun için değil kendimiz için yapıyoruz. Sonuçta teşekkür ya da tekdir bekliyorsam, o zaten iyilik değildir ki.
Beklentinin altında biraz da takılıp kalmak var. Biraz şartlanmalardan, biraz sınırlı düşünmekten kaynaklanıyor bu takılmalarım. Örneğin çok para istiyoruz diyelim, aklınıza hangi kaynaklar geliyor?
- Milli Piyango?
- Miras?
- Borsada voliyi vurmak?
Ben fark ettim ki, çalışmalarımı gerçekten de bir noktaya kilitlemişim. Cevabı orada arıyor, olmayınca mutsuz oluyorum.
Aklımıza gelen seçenekler kendi sınırlarımız ile çerçeveli herşeyden önce. Ayrıca fark ettim ki, "çalışarak çok para kazanılmaz" gibi bir kaydım daha var. Ama tüm bu çalışmaların sonunda beni asıl mutsuz eden, beklentilerim. O kadar alışmışım ki edim-ödül döngüsüne, yaptığım her eylemin sonunda bir ödül bekliyorum. Olmazsa, düşüyorum, hayal kırıklığına uğruyorum, demotive oluyorum. İşte beklentinin laneti...
Oysa ben artık kendimi akışa bırakmak, ektiklerimin meyvelerini vakti geldiğinde toplayarak, evrenin güzel sürprizlerini beklentisizce karşılayarak ilerlemek istiyorum.