Pek çok duygumuzu bastırmayı çocukluk çağında öğreniyoruz, diye düşünüyorum. İnsani duyguların pek çoğu ayıp, günah ya da yasak sayılıyor yetiştirilirken. Bunlardan biri de kıskançlık... Yaşanması ayıp olan, bu nedenle en derinlere sürülen bir duygu... Kardeşler arasında ya da okul çağında arkadaşlar arasındaki kıskançlık... En doğal duygulardan biri oysa ki...
Bir yandan kıskançlığın ne kadar "kötü" bir şey olduğunu öğrenirken, diğer yandan başımıza gelen türlü türlü kötü şeyin arkasında da "nazar"ın varlığı çıkıyor karşımıza... Yani hem biz yaptığımızda/ hissettiğimizde çok ayıp hem de etrafımız bunu yapanlarla sarılı... Ne yaman çelişki... Yerli yersiz başımıza gelen herşey için de nazarı suçlamayı öğreniyoruz böylece...
Kıskanma duygumuza gem vuramıyorsak eğer, yeni kelimeler icat ediyoruz maskelemek için, gıpta ediyoruz mesela... Özünde ne fark varsa? Sonra kendi kötücüllüğümüzden korumak için başkalarını "Maşallah"lar ekliyoruz sözlerimizin sonuna...
Bu gece kıskançlığım ile barıştım ben. Onu KABUL ettim öncelikle... Daha önce de dönüştürdüğüm bazı kıskançlık sahnelerim olmuştu, ama altında yatan "kıskanmak kötüdür." kaydı aynen duruyordu. İnsanın içinde olan, doğuştan olan bir şey nasıl kötü olabilir? Herkes birbirini kıskanıyorsa, herkesin kötü olduğu bir dünyada nasıl yaşanabilir? Kimseyi kıskanmamak için kendini nereye koymalı ki insan? Taa tepeye mi? En derinlere mi? Hangisi daha sağlıklı ki?
Nazara inanmam ben. Nazar sandığın "iyiliğin" seni esiri ettiğine inanırım... Bana ne için nazar değeceğine inanıyorsam, onun altına bakmam lazım sanırım... Başarı mı? Sağlık mı? Eş ve çocuklar mı? Onlarsız ne yaparım? Bu başka bir konu...
Ben kendime kıskanç olma izni veriyorum. Ben kendimde başkalarında olan bazı şeylerin olmadığını düşünme izni veriyorum kendime... Ve sonra da bu hissi serbest bırakıyorum. Artık bastırmayı bırakıyorum, çünkü bu hisse artık ihtiyacım kalmadı... Neysem O'yum... Bunu saklamaya ihtiyacım yok...
Bir yandan kıskançlığın ne kadar "kötü" bir şey olduğunu öğrenirken, diğer yandan başımıza gelen türlü türlü kötü şeyin arkasında da "nazar"ın varlığı çıkıyor karşımıza... Yani hem biz yaptığımızda/ hissettiğimizde çok ayıp hem de etrafımız bunu yapanlarla sarılı... Ne yaman çelişki... Yerli yersiz başımıza gelen herşey için de nazarı suçlamayı öğreniyoruz böylece...
Kıskanma duygumuza gem vuramıyorsak eğer, yeni kelimeler icat ediyoruz maskelemek için, gıpta ediyoruz mesela... Özünde ne fark varsa? Sonra kendi kötücüllüğümüzden korumak için başkalarını "Maşallah"lar ekliyoruz sözlerimizin sonuna...
Bu gece kıskançlığım ile barıştım ben. Onu KABUL ettim öncelikle... Daha önce de dönüştürdüğüm bazı kıskançlık sahnelerim olmuştu, ama altında yatan "kıskanmak kötüdür." kaydı aynen duruyordu. İnsanın içinde olan, doğuştan olan bir şey nasıl kötü olabilir? Herkes birbirini kıskanıyorsa, herkesin kötü olduğu bir dünyada nasıl yaşanabilir? Kimseyi kıskanmamak için kendini nereye koymalı ki insan? Taa tepeye mi? En derinlere mi? Hangisi daha sağlıklı ki?
Nazara inanmam ben. Nazar sandığın "iyiliğin" seni esiri ettiğine inanırım... Bana ne için nazar değeceğine inanıyorsam, onun altına bakmam lazım sanırım... Başarı mı? Sağlık mı? Eş ve çocuklar mı? Onlarsız ne yaparım? Bu başka bir konu...
Ben kendime kıskanç olma izni veriyorum. Ben kendimde başkalarında olan bazı şeylerin olmadığını düşünme izni veriyorum kendime... Ve sonra da bu hissi serbest bırakıyorum. Artık bastırmayı bırakıyorum, çünkü bu hisse artık ihtiyacım kalmadı... Neysem O'yum... Bunu saklamaya ihtiyacım yok...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder