Bu blogu ilk açtığım zamanlarda, yani 2009 yılında öfke ile ilgili pek çok yazı yazmışım, o zamanlar çok öfkeli biri olduğumu hatırlıyorum zaten...
Kitap kulübünün bana kazandırdığı güzel insanlardan Yeliz, bu aralar Öfke Dansı'nı okuyormuş. Tabii kulüpteki arkadaşlarla bir öfke muhabbeti açıldı, herkes nasıl öfkelendiğini, öfkesini dengelemek için neler yaptığını yazdı bir - iki satır...
Ardından Kurtlarla Koşan Kadınlar'da sıradaki masalı okumaya başladım bundan sonraki kulüp toplantımıza hazırlanmak için... Kitabı açtım okumaya başladım. Karşıma çıkan paragrafı aynen alıntılıyorum:
"Ama ustalaşmanın başka bir boyutu daha vardır ve bu, kadınların öfkesi denebilecek şeyle ilgili bir boyuttur. Bu öfkenin serbest bırakılması gereklidir. Kadınlar, öfkelerinin kökenlerini hatırlar hatırlamaz, dişlerini gıcırdatmayı bir daha asla durduramayacakları gibi bir hisse kapılırlar. Ne ironiktir ki, kendimizi rahatsız edici kötü hissetmemize yol açtığı için, öfkemiz bizim için bir endişe kaynağıdır da. Aceleyle ondan uzaklaşmak ve kurtulmak isteriz.
Ama onu bastırmak işe yaramaz. Bu, ateşi çuval bezinden bir torbaya koymaya çalışmaya benzer. Kendimizi ya da başkasını onunla haşlamak da bir işe yaramaz. Demek ki, orada davetsizce başımıza geldiğini hissettiğimiz güçlü bir duygu tutuyoruz. Biraz zehirli atıklara benzer; oradadır, kimse onu istemez, ama atılacak pek başka bir yer de yoktur. Gömecek bir yer bulmak için uzaklara seyahat etmek gerekir."*
Demek ki, artık öfke hakkında yeniden düşünmenin zamanı da gelmiş...
Ben öfkelendiği zaman durmadan konuşan, gözü dönen, etrafında olanı görmeyen, sürekli haklı çıkmak en azından uzlaşmak isteyen bir başka ben oluyorum. Küsmek, kenara çekilmek, uyumak falan gibi aktiviteler benim öfkemin seline göre değil hiç...
Yakın zamanlarda bu tarz yakıcı öfke nöbetlerine pek tutulmadım ancak, en azından bu kadar yoğun değil.
Peki ne zamandan beri diye düşünüyordum, buldum. Yıllar yılı, ruhsal ve içsel gelişim yolunda ilerlerken bir gün gelecek ve artık etrafımda gördüğüm hiçbir olay beni öfkelendirmeyecek sanıyordum. Öfkelendiğim zaman bir de "bunun beni öfkelendirmesine neden izin verdim?" diyerek kendime kızıyordum. Bir gün canımın içi ile işsel bir hususta konuşurken bu kızgınlığımı şu şekilde dile getirdim: "Biliyorum, hizmette SİNİR yoktur, ama ben çok sinirlendim." Kuzum, psikoloğum bana dedi ki, "Hayır, her yerde sinir vardır. İnsanlar seni kızdıracak bir şey yapıyorsa sen de onlara kızarsın. Bu son derece doğal bir tepkidir..." (tabii bu kelimelerle dememiştir o, ben anladığımı yazıyorum buraya).
Ve sanırım o anda anladım. Kendime öfkelenme hakkı tanımayarak ne kadar haksızlık ettiğimi anladım.
İnsan insanın aynasıdır. Biri seni kızdırıyorsa dön kendine bak. Hangi korku düğmene bastı? falan filan... Bunlar tabii ki kişisel - ruhsal gelişim için çok önemli sorular... Ama önce duyguyu görmek ve KABUL etmek gerekiyor... Ben insanım, ÖFKElenebilirim, en doğal hakkım... Haklı yere, haksız yere, yanlış anlayarak, alınganlık yaparak, öfkelenebilirim...
İşte bu senenin konusu olan İZİN vermenin gücü bir defa daha kendini göstermiş.
Ben öfkelenmeye izinliyim.
Öfkelenmeye % 100 EVET
Bundan sonrası benim seçimim. İster öfkemi yaşarım, ister yıkıp dökerim, ister içime bakarım, ama önce öfkelendiğimi, öfkelenebileceğimi KABUL ederim...
Ne güzel bir özgürlüktür bu...
* Kurtlarla Koşan Kadınlar - Vahşi kadın arketipine dair mit ve öyküle - Clarissa P. Estes - Ayrıntı Yayınlar - S. 388
Kitap kulübünün bana kazandırdığı güzel insanlardan Yeliz, bu aralar Öfke Dansı'nı okuyormuş. Tabii kulüpteki arkadaşlarla bir öfke muhabbeti açıldı, herkes nasıl öfkelendiğini, öfkesini dengelemek için neler yaptığını yazdı bir - iki satır...
Ardından Kurtlarla Koşan Kadınlar'da sıradaki masalı okumaya başladım bundan sonraki kulüp toplantımıza hazırlanmak için... Kitabı açtım okumaya başladım. Karşıma çıkan paragrafı aynen alıntılıyorum:
"Ama ustalaşmanın başka bir boyutu daha vardır ve bu, kadınların öfkesi denebilecek şeyle ilgili bir boyuttur. Bu öfkenin serbest bırakılması gereklidir. Kadınlar, öfkelerinin kökenlerini hatırlar hatırlamaz, dişlerini gıcırdatmayı bir daha asla durduramayacakları gibi bir hisse kapılırlar. Ne ironiktir ki, kendimizi rahatsız edici kötü hissetmemize yol açtığı için, öfkemiz bizim için bir endişe kaynağıdır da. Aceleyle ondan uzaklaşmak ve kurtulmak isteriz.
Ama onu bastırmak işe yaramaz. Bu, ateşi çuval bezinden bir torbaya koymaya çalışmaya benzer. Kendimizi ya da başkasını onunla haşlamak da bir işe yaramaz. Demek ki, orada davetsizce başımıza geldiğini hissettiğimiz güçlü bir duygu tutuyoruz. Biraz zehirli atıklara benzer; oradadır, kimse onu istemez, ama atılacak pek başka bir yer de yoktur. Gömecek bir yer bulmak için uzaklara seyahat etmek gerekir."*
Demek ki, artık öfke hakkında yeniden düşünmenin zamanı da gelmiş...
Ben öfkelendiği zaman durmadan konuşan, gözü dönen, etrafında olanı görmeyen, sürekli haklı çıkmak en azından uzlaşmak isteyen bir başka ben oluyorum. Küsmek, kenara çekilmek, uyumak falan gibi aktiviteler benim öfkemin seline göre değil hiç...
Yakın zamanlarda bu tarz yakıcı öfke nöbetlerine pek tutulmadım ancak, en azından bu kadar yoğun değil.
Peki ne zamandan beri diye düşünüyordum, buldum. Yıllar yılı, ruhsal ve içsel gelişim yolunda ilerlerken bir gün gelecek ve artık etrafımda gördüğüm hiçbir olay beni öfkelendirmeyecek sanıyordum. Öfkelendiğim zaman bir de "bunun beni öfkelendirmesine neden izin verdim?" diyerek kendime kızıyordum. Bir gün canımın içi ile işsel bir hususta konuşurken bu kızgınlığımı şu şekilde dile getirdim: "Biliyorum, hizmette SİNİR yoktur, ama ben çok sinirlendim." Kuzum, psikoloğum bana dedi ki, "Hayır, her yerde sinir vardır. İnsanlar seni kızdıracak bir şey yapıyorsa sen de onlara kızarsın. Bu son derece doğal bir tepkidir..." (tabii bu kelimelerle dememiştir o, ben anladığımı yazıyorum buraya).
Ve sanırım o anda anladım. Kendime öfkelenme hakkı tanımayarak ne kadar haksızlık ettiğimi anladım.
İnsan insanın aynasıdır. Biri seni kızdırıyorsa dön kendine bak. Hangi korku düğmene bastı? falan filan... Bunlar tabii ki kişisel - ruhsal gelişim için çok önemli sorular... Ama önce duyguyu görmek ve KABUL etmek gerekiyor... Ben insanım, ÖFKElenebilirim, en doğal hakkım... Haklı yere, haksız yere, yanlış anlayarak, alınganlık yaparak, öfkelenebilirim...
İşte bu senenin konusu olan İZİN vermenin gücü bir defa daha kendini göstermiş.
Ben öfkelenmeye izinliyim.
Öfkelenmeye % 100 EVET
Bundan sonrası benim seçimim. İster öfkemi yaşarım, ister yıkıp dökerim, ister içime bakarım, ama önce öfkelendiğimi, öfkelenebileceğimi KABUL ederim...
Ne güzel bir özgürlüktür bu...
* Kurtlarla Koşan Kadınlar - Vahşi kadın arketipine dair mit ve öyküle - Clarissa P. Estes - Ayrıntı Yayınlar - S. 388
benim bu ara ihtiyaç duyduğum şey öfkemi nasıl aktaracağım. Ben köşesine çekilen sinen ama damarına basıldı mı gözü dönen cinsindenim. Sakince kendimle olan sıkıntımı çözümlemeye ihtiyacım var. Yoksa çok kırıcı olabiliyorum. tamir edilemiyor:(
YanıtlaSil21'inde kulüpte bir cevap bulabiliriz bu sorumuza umuyorum, Yeliz'ciğim... Öfke, anlıyorum ki herkesin sorunu ve konusu bu aralar...
Sil