Seminer sonraları benim için ayma zamanı oluyor sanki... Dün akşam Jou Jou'da Süper Ebeveynlik Sendromu seminerimiz vardı... Tabii ki konu yine döndü dolaştı, kaliteli zaman geçirmeye, çocuklarla oyun oynamaya falan geldi... Her defasında soruyorum kendi kendime... Daha henüz kendim için AN'da kalmayı beceremezken nasıl olur da çocuğumla oyun oynayabilirim diye... Evet, oyun oynamak demek, kendini kaptırmak demek... O role bürünmek, o oyundan zevk almak demek... Tüm sıkıntılarını unutmak demek...
Oysa tüm hayatımız mesaj kaygılı geçiyor... Birine bir şey söylerken bile altında imalar, "kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla"lar var... Haliyle, biri bir şey dediğinde de fazla mesai hali zihinlerde "acaba ne demek istedi, ne kastetti?"...
Kafalar o kadar bu yönde çalışıyor ki, çocuk eğitiminden anladığımız da hep bir taşla çok kuş vurmak... Hem çocuğuma kitap okuyayım, hem altında bir "doğru davranış" mesajı olsun, hem o arada bir şey de öğrensin, arkasından da konuyla ilgili felsefi tartışmalar yapalım, ne anladığımızı pekiştirelim... diye giden yorucu bir olaya döndü çocukla oyun oynama olayı...
Sevgili okuyucu, lütfen üstüne alınma, genelleştirme, kendime diyorum bunları... Sen de eğer kendine diyorsan, aynı noktadayız, belki senin de hislerine tercüman oluyorumdur... O kadar, başka bir niyetim yok...
Benim derdim, çocuk olmayı ne zaman unuttuğum ile ilgili... Hani hesapsızca sıkıldığım, sonra tüm benliğimle bir oyuna daldığım, annemin/ anneannemin beni çağırdığını bile duymadığım, o oyundan çılgınlar gibi keyif aldığım, yemek için bile ara vermek istemeyip "sokakta sandviç yesem olmaz mı?" yalvarmalarına dönen o günlerden bu hesapçı hale nasıl döndüğüm...
Mesaj kaygısı nedir? Neden ihtiyaç duyuyorum her hareketin bir art anlamı olmasına? Anlamsız bir hayat yaşamak mıdır korkum? Düşünüyorum, hayatımdaki en "anlamlı" anlar o sokakta "anlamsızca" bir aşağı bir yukarı koştuğum AN'larım değil mi? Ölmeden önce tekrar yaşamak istediğim ANlar onlar değil mi? Tamamen ANda kalarak zihnimi, "çamaşırların asılması gerek"lerden kurtarıp istediğimi yaptığım ve bunu yaparken katıksız KEYİF aldığım ANlar...
Annelik, evet çok güzel bir duygu, ama annelikten keyif aldığım zamanlar da işte bu ANlar... Yoksa en faydalı yemeği pişireyim, en faydalı aktiviteyi yaptırayım dediğim zamanlar değil...
Sanırım işin içinde EN varsa AN yok...
Heheheh, mesajı da verdim, kaçıyorum...
Oysa tüm hayatımız mesaj kaygılı geçiyor... Birine bir şey söylerken bile altında imalar, "kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla"lar var... Haliyle, biri bir şey dediğinde de fazla mesai hali zihinlerde "acaba ne demek istedi, ne kastetti?"...
Kafalar o kadar bu yönde çalışıyor ki, çocuk eğitiminden anladığımız da hep bir taşla çok kuş vurmak... Hem çocuğuma kitap okuyayım, hem altında bir "doğru davranış" mesajı olsun, hem o arada bir şey de öğrensin, arkasından da konuyla ilgili felsefi tartışmalar yapalım, ne anladığımızı pekiştirelim... diye giden yorucu bir olaya döndü çocukla oyun oynama olayı...
Sevgili okuyucu, lütfen üstüne alınma, genelleştirme, kendime diyorum bunları... Sen de eğer kendine diyorsan, aynı noktadayız, belki senin de hislerine tercüman oluyorumdur... O kadar, başka bir niyetim yok...
Benim derdim, çocuk olmayı ne zaman unuttuğum ile ilgili... Hani hesapsızca sıkıldığım, sonra tüm benliğimle bir oyuna daldığım, annemin/ anneannemin beni çağırdığını bile duymadığım, o oyundan çılgınlar gibi keyif aldığım, yemek için bile ara vermek istemeyip "sokakta sandviç yesem olmaz mı?" yalvarmalarına dönen o günlerden bu hesapçı hale nasıl döndüğüm...
Mesaj kaygısı nedir? Neden ihtiyaç duyuyorum her hareketin bir art anlamı olmasına? Anlamsız bir hayat yaşamak mıdır korkum? Düşünüyorum, hayatımdaki en "anlamlı" anlar o sokakta "anlamsızca" bir aşağı bir yukarı koştuğum AN'larım değil mi? Ölmeden önce tekrar yaşamak istediğim ANlar onlar değil mi? Tamamen ANda kalarak zihnimi, "çamaşırların asılması gerek"lerden kurtarıp istediğimi yaptığım ve bunu yaparken katıksız KEYİF aldığım ANlar...
Annelik, evet çok güzel bir duygu, ama annelikten keyif aldığım zamanlar da işte bu ANlar... Yoksa en faydalı yemeği pişireyim, en faydalı aktiviteyi yaptırayım dediğim zamanlar değil...
Sanırım işin içinde EN varsa AN yok...
Heheheh, mesajı da verdim, kaçıyorum...