21 Ocak 2016 Perşembe

Mesaj Kaygısı

Seminer sonraları benim için ayma zamanı oluyor sanki... Dün akşam Jou Jou'da Süper Ebeveynlik Sendromu seminerimiz vardı... Tabii ki konu yine döndü dolaştı, kaliteli zaman geçirmeye, çocuklarla oyun oynamaya falan geldi... Her defasında soruyorum kendi kendime... Daha henüz kendim için AN'da kalmayı beceremezken nasıl olur da çocuğumla oyun oynayabilirim diye... Evet, oyun oynamak demek, kendini kaptırmak demek... O role bürünmek, o oyundan zevk almak demek... Tüm sıkıntılarını unutmak demek...

Oysa tüm hayatımız mesaj kaygılı geçiyor... Birine bir şey söylerken bile altında imalar, "kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla"lar var... Haliyle, biri bir şey dediğinde de fazla mesai hali zihinlerde "acaba ne demek istedi, ne kastetti?"...

Kafalar o kadar bu yönde çalışıyor ki, çocuk eğitiminden anladığımız da hep bir taşla çok kuş vurmak... Hem çocuğuma kitap okuyayım, hem altında bir "doğru davranış" mesajı olsun, hem o arada bir şey de öğrensin, arkasından da konuyla ilgili felsefi tartışmalar yapalım, ne anladığımızı pekiştirelim... diye giden yorucu bir olaya döndü çocukla oyun oynama olayı...

Sevgili okuyucu, lütfen üstüne alınma, genelleştirme, kendime diyorum bunları... Sen de eğer kendine diyorsan, aynı noktadayız, belki senin de hislerine tercüman oluyorumdur... O kadar, başka bir niyetim yok...

Benim derdim, çocuk olmayı ne zaman unuttuğum ile ilgili... Hani hesapsızca sıkıldığım, sonra tüm benliğimle bir oyuna daldığım, annemin/ anneannemin beni çağırdığını bile duymadığım, o oyundan çılgınlar gibi keyif aldığım, yemek için bile ara vermek istemeyip "sokakta sandviç yesem olmaz mı?" yalvarmalarına dönen o günlerden bu hesapçı hale nasıl döndüğüm...

Mesaj kaygısı nedir? Neden ihtiyaç duyuyorum her hareketin bir art anlamı olmasına? Anlamsız bir hayat yaşamak mıdır korkum? Düşünüyorum, hayatımdaki en "anlamlı" anlar o sokakta "anlamsızca" bir aşağı bir yukarı koştuğum AN'larım değil mi? Ölmeden önce tekrar yaşamak istediğim ANlar onlar değil mi? Tamamen ANda kalarak zihnimi, "çamaşırların asılması gerek"lerden kurtarıp istediğimi yaptığım ve bunu yaparken katıksız KEYİF aldığım ANlar...

Annelik, evet çok güzel bir duygu, ama annelikten keyif aldığım zamanlar da işte bu ANlar... Yoksa en faydalı yemeği pişireyim, en faydalı aktiviteyi yaptırayım dediğim zamanlar değil...

Sanırım işin içinde EN varsa AN yok...

Heheheh, mesajı da verdim, kaçıyorum...

22 Aralık 2015 Salı

Yeni Yıl, Yeni Evre, Öğrenmek

Kurumsal hayatta şirket vizyonu, misyonu, yıllık hedefler, bütçeler belirlerdik... Bu şekilde takip edilmek, ölçmek, değerlendirmek daha kolay olurdu, ya da öyle inanılırdı...

Yıllardır kendim için buna benzer bir şey yapıyorum sanki hafiften hafiften... Bir farkındalık hali belki, bir evrenin bitişi, yenisinin başlaması hali... Tabii yılbaşı bir başlangıç olduğu için daha bir farkında oluyor insan olanın... Yıl sonuna yaklaştıkça bir hesaplaşma, bir muhakeme içine giriyor. Facebook bile yılını gözden geçiriyor insanın sonuçta. Her neyse, geçen sene ilk defa net olarak yazmıştım yeni yıldaki hedefimi... Merak eden için link burada...

"Nasıl oldu, yapabildin mi?" derseniz... EVET, yaptığıma inanıyorum... Kendime ve OL-AN'a karşı çok daha insaflı biri oldum. Dolayısı ile daha az stresli, kaygılı biri... Kendini bir nebze olsun daha kolay AFFEDEN biri... çünkü ben kendime tam olduğum gibi olma izni verdim bu sene...

Peki, 2016'da ne olacak? Bir süredir bunu düşünüyorum... Nasıl bir süreçten geçiyorum, neler yaşıyorum, neler yapmak istiyorum, neler yapamıyorum... diye sorarken kendime, yine eskiden yazdığım bir yazı geldi aklıma... Ben artık yeni şeyler yapmak, yeni şeyler öğrenmek istiyorum.

Ne var bunda demeyin... Bir insanın öğrenci olmayı kabul etmesi çok önemli bir adım. Ancak çocuklarda saflıkla görülebilen bir alçakgönüllülük ve merak istiyor...

Fark ettim ki, hayatımda çoğu şeyi biraz biliyorum, ki bu en kötüsü... Konular hakkında fikrim var, ama derinlemesine bilgim olan çok az konu var, sonsuzlukta bir kum zerresi.

Yanlış bildiklerini tamamen unutmak, eski bilgilerini tazelemek, önyargılar ile gerçek olanı ayırdedebilmek ve tamamen SIFIR noktasına gelip sıfırdan öğrenmek...

Bu sene YENİ ŞEYLER ÖĞRENMEK benim arzum. Bildiklerimi de yeniden öğrenmek, yeniden öğrenci olmak hayatta, baştan başlamak. Bir laf var ya, çok sevdiğim, "cehalet ne güzel, her şeyi biliyorsun." işte bu cümlenin döngüsünden çıkmak istiyorum...

İşe gerçekten hiç bilmediğim bir konu ile başlamak istiyorum. Bu nedenle ilk etapta TEMEL ŞAMAN EĞİTİMİ'ne katılacağım ilk etapta, sonrası bakalım, yol nereye götürürse artık... Öğrenmenin yaşı yok, HATIRLA...

28 Kasım 2015 Cumartesi

Makro ve mikro

Gün geçmiyor ki, yakından - uzaktan, ülkeden, arkadaşlardan, kötü bir haber almayalım... Savaş söylemleri, vefatlar, hastalıklar...

Arkadaşlarım arasında yeni bir söylem gelişti: "Özelde iyiyim, ama genelde kötüyüm" tarzında...

Kendime bakıyorum, ufak tefek çalkantılar hariç, hamd olsun işlerim yolunda... Eşim, çocuğum sağlıklı, "karnım tok, sırtım pek" derler ya, öyleyiz işte...

Çekirdek ailenin dışına çıkınca işler çetrefillenmeye başlıyor ama, kayınvalidem iyice yaşlandı mesela, hastalıkları var ufak tefek... Yakın bir arkadaşım ufak bir operasyon geçirdi, bir başkası babasını kaybetti...

Gün geçmiyor ki, çocukluğumuzun ünlülerinden, edebiyat dünyasının duayenlerinden bir vefat haberi almayalım...

Savaş derseniz kapıda, şehit haberleri, huzursuzluklar...

Öyle oluyor ki, "iyiyim" demeye utanıyor insan... Suçlu hissediyor bir şekilde...

Şimdi bunların bu blogun konusu ile ne alakası var?

Şudur ki, aynalık var hani? İçimde ne varsa, dışımda da onu yaratmıyor muyum? O zaman dışarda gördüklerim içimde yaratılıyor... Peki içim neden böyle hissetmiyor?

"Bana dokunmayan yılan bin yaşasın"cı mıyım? Çok düşünüyorum bunu...

Çok düşündüm, şuna karar verdim... Son kararım değil, elbette, yaşadığıma göre daha çok karar değiştirebilirim :)

Hislerimdir önemli olan, eğer başımı kuma gömmediysem... Beni rahatsız edecek, huzursuz edecek haberlere özellikle kulaklarımı tıkayıp kendimi fanusa aldıysam, sayılmaz... Ama hepsini biliyorsam ve yine de iyi hissediyorsam, o zaman iyi hissediyorum demektir... Yapacak bir şey yok.

İçim bunalıyor, kasılıyor, nefes alamıyorsam, duygularımı tanımlayamıyorum demektir, ki bu bence en kötüsü... Karmaşık, karışık, düğüm, yumak... Bunu çözmeliyim önce... O karmaşayı yaratan duyguları tek tek bilmeliyim... Bence en zor olan bu, duyguyu bulmak... Üzgün müyüm, çaresizlik hissimin altında ne var? Kızgın mıyım? Neden böyle hissediyorum...

Tarif edebildiğim, yakalayabildiğim her duygu benim için bir çalışma konusu ne de olsa...

Kendimi iyi hissettiğim için kötü hissediyorsam, hayatın adaletine inanmıyorum demektir... Bu dünyaya geliş sebebim, dünyada var oluş nedenim ile ilgili kaygılarım var demektir...

Tekrarlamakta fayda görüyorum kendime... Bu dünyada OLAN her şey İZİN verildiği için oluyor... Anlaması, idrak etmesi, sindirmesi ne kadar zor olursa olsun...

KABUL ile başlar her şey...

26 Kasım 2015 Perşembe

Kilitlenmiş İnsan

Dün akşam Jou Jou'da bir seminer vardı, çocukların teknoloji kullanımı ile ilgili... Çok güzel anneler vardı dinleyici olarak, pek çok şey anlattı psikoloğumuz Gül Hanım, pek çok şey paylaştı dinleyici anneler... Sohbet derinleşti, verilen bilgiler paylaşıma dönüştü ve sonra Gül bir kavramdan bahsetti...

KİLİTLENMEK

Size de oluyordur belki hayatta... Bir şeyi o kadar önemsersiniz, o kadar seversiniz, o kadar üzerine titrersiniz ki, korkarsınız... Yanlış bir şey yapmaktan, en iyisi olamamaktan, bilmediğiniz için, yaşayamazsınız...

Görüntüyü bozmazsınız elbet, kendinize bile itiraf etmezsiniz, yapmaktan kaçınırsınız, etrafından dolanırsınız, olayı birine paslarsınız... Ama KORKARSINIZ...

Çocuğunuzla oynamaktan, onunla hayatın içinde olmaktan KORKARSINIZ bazen, bazen o işe girişmekten, başarılı/ başarısız olmaktan, genellikle o adımı atmaktan KORKARSINIZ...

Yok, korkmayın demeyeceğim... Ben de korkuyorum... Bazen etrafıma bakıyorum, insanların yirmili yaşlarında doğal olarak yaptıkları, düşünmeden, kendiliğinden, sıradan yaptıkları bazı şeyleri kırkımda ancak benimseyebilmişim...

Hani bir yemek tarifi sorarsınız da, "aman, işte iki çırpıver, biraz da un ekle... soğanı da öldür, suyunu da koyuyorum, tamam işte..." gibi anlatırlar. O kadar da basittir gerçekten aslında... Ama size çince gibi gelir, mutfak Çin'deymiş gibi girmek istemezsiniz... Onun gibi işte...

Çok kolay, gerçekten çok kolay... Sadece ben yapamıyorum... Ne olur? İyi yapamazsam ne olur? BOZAR mıyım? Olsun, "ben yaptım oldu" kadar olsun bu defa da...

İZİN veriyorum... Bozmaya da izinliyim, ziyan etmeye ve becerememeye de izinliyim... Boza boza öğrenmeye de, hiiiiiiiiiç öğrenememeye de izinliyim... Canım istiyorsa öğrenene kadar denemeye, canım istiyorsa bırakıp kaçmaya da izinliyim... Ama ben artık kilitli kalmamayı seçiyorum...

25 Kasım 2015 Çarşamba

Hayatın İçinde Yaşamak

Görsel: Erkan Terzi
Hayat konusunda pek çok fikrimiz var, ne felsefeler yaparız ömrün nasıl geçmesi gerektiği konusunda, günlük aktiviteler konusunda...

Bir de hayatın nasıl uçup gittiği konusunda fikirlerimiz var... Gün geçsin, akşam olsun, ay geçsin maaş gelsin vb. derken ömrün nasıl bittiğini konuşur dururuz yıllardır idrak ettikçe...

Bir de hayatın içinde yaşamak var...

Bu kavram kelime olarak bugün aklıma geldi... Şimdi gün içinde pek çok şey yapıyoruz... 24 saat kolay geçmiyor aslında... Neler neler sığıyor içine farkında olarak/ olmadan, zevk alarak/ almadan, mecburiyetten/ isteyerek/ başka alternatif göremediğimizden, rutin olarak/ değişiklik olsun diye yaptığımız pek çok şeyle doluyor hayat...

Aklımdakini nasıl kelimelere dökeceğimi bilemiyorum biraz da...

Bir iş arkadaşım var, bu aralar kilo veriyor, kilo vermeye çalışıyor... Hayatının içinde bu var... Bunu YAŞIYOR... Çocuklarla oynarken gündemindeki bu konu ile ilgili olarak kuruyor mesela oyunları... Oyuncak mutfağımızda kek yerine tavuk pişiriyor mesela çocuklarla... Bu aralar jimnastik yapmaya başladılar hareket saatinde... Çünkü hayatının içinde o var...

Kendime dönüp baktım bir de... Hayatımla günlük işlerimi ayırmışım birbirinden... İşe geliyorum, iş yapıyorum... Hayat beni bekliyor kapının dışında sanki... Hayatı içeri alırsam işimi yapamazmışım gibi sanki... Yaptığım işten keyif almadığım için değil de... O hayat değilmiş gibi...

Eskiden profesyonel hayatın içindeyken daha da belirgindi bu ayrım... Akşam mesai saati bitince başlıyordu sanki hayat... O zaman mesai saatleri içinde yaşamıyor muydum peki? Yazık değil mi bana?

"Bakış açımı değiştirdim ömrüm uzadı" bu olsa gerek... Her AN hayatın içinde YAŞAMAK... Sadece hafta sonları değil... Sadece sevdiğim insanlarla olduğumda değil...

Hepsi benim hayatım... Şu an yazı yazmıyorum sadece... Yaşıyorum aynı zamanda...

Hayattayım, ama sadece nefes almıyorum, YAŞIYORUM....

6 Ekim 2015 Salı

Haklı ya da Haksız

Artvin
Bazen öyle bir an geliyor... Yaşadıklarım karşısında bir "tarafsızlık" hissi hakim oluyor bedenime... Beni birinci dereceden etkileyen olaylar konusunda dahi kendimi haklı ya da haksız hissetmiyorum o zamanlarda... Haklı ya da haksız hissetmediğim için de hırslı ya da hınçlı da hissetmiyorum. Bu gibi anlarda en önemli hissim üzgünlük oluyor, yine de bu üzgünlüğün bile yöneldiği bir kişi değil de yaşanan bir olay gibi... Objesi, nesnesi olmayan bir üzgünlük... Sertab'ın şarkısında söylediği gibi "sadece çok üzgünüm, dargın değilim."

Fark ediyorum ki, bir olaya taraf olduğum zaman, işin içine girdiğim zaman, kendimi haklı ya da haksız hissettiğim zaman, geçmişle (olan ile) daha çok hesaplaşma içine giriyorum, sanki farklı davransaymışım sonucu değiştirebilirmişim gibi...

Kendimi haklı hissediyorsam, kafamda 3. şahıslarla bir kavga, şöyle deseydim, böyle yapsaydım...

Kendimi haksız hissediyorsam bu defa kavgam kendimle... Hani meşhur kelime var ya: Proaktif olmak...

Oysa bu tarafsız hissettiğim ANlarda, görebiliyorum ki, olAN bağıra bağıra "geliyorum" demiş olsa bile yapacak bir şey yok. YaşANan yaşanmak zorunda, öyle çünkü...

İşte böyle durumlarda geçmişi değil ANı hissedebiliyorum... Sanki... O zaman da yaşadığım ANın hakkını verebilerek üzülüyorum, çünkü başka türlü olamayacağını biliyorum sanki... Biliyorum ki, olAN her şey bütünün hayrınadır... Öyle olmasa zaten öyle olmasına izin verilmezdi...

Yaşanması gereken yaşanıyorsa eğer, hakkını vererek yaşanmalı... Acısı, üzüntüsü hissedilmeli... OLAN ile kavga etmek bizi bir yere götürmüyor çünkü... YaşANmalı...


12 Eylül 2015 Cumartesi

Kendimi Bağışlıyor Ve Seviyorum

Sevgili Anette Inselberg, blogunda paylaşmış, o da "alıntı" demiş... Kim yazdı ise harika yazmış... Ara sıra dönüp okumak lazım...

----

Kendime hastalığı, parasızlığı, işsizliği yaşattığım için, yeniye geçmekten, değişimlerden korktuğum için sonuçta yine yaşama güvenmediğim için kendimden özür dilerim. Sınırlama ve kurallar içinde yaşadığım için, hayatı kontrol etmeye çalışarak inatçı olduğum için, yaratıcılığımı kullanmayı ret ederek yaşadığım için, kendim olmayı reddettiğim için, şükürsüzlüğüm için, şefkat sevgi anlayış hoşgörü paylaşma duygularını unuttuğum için, beklentiler içinde yaşayıp hiçbir beklentim yok diyerek kendime söylediğim tüm yalanlar için kendimden özür dilerim.
Kararsızlıklarım için, öfkem, kızgınlığım için tüm parçalarımdan özür dilerim. Bedenimin kıymetini bilmediğim, ruhumun istekleri doğrultusunda hareket etmediğim, içimden gelen sesi dinlemediğim, zihnimi olumsuz enerjiler içinde doldurup sonrada devamlı yaşamdan şikâyet ettiğim için, ruhumun isteği doğrultusunda adım atmaktan korktuğum için, cesaretsizliğim için, zamanımın değerini bilemediğim, kendime yapmış olduğum tüm saygısızlıklar için, başkalarının beni üzmesine izin verdiğim, yaşam amacıma hizmet etmeyen oyunlar kurduğum vs. vs. vs. için kendimden, buna neden olan bugüne kadar yok saydığım kabul etmediğim tüm bu parçalarımdan çok özür dilerim.Gücümü kötüye kullandığım kendimi üstün gördüğüm başkalarını küçümsediğim, haksızlık yaptığım kendimi değersizleştirdiğim için kendimden ve tüm parçalarımdan özür dilerim. Kendime vermiş olduğum sözleri tutmadığım için kendimden özür dilerim.
Hırslarıma yenik düşüp kibir ve gurur içinde davrandığım her an için, kendime olan güvensizliğim inançsızlığım için kendimden özür dilerim. Gücümü başkalarına devrederek beni yönetmelerine izin verdiğim için, kendime yaşatmış olduğum tüm baskılar için, enerjimi düşürüp kendimi yaşamdan kopardığım için, kendime yalnızlığa mahkûm ettiğim için, korkuların beni yönetmesine izin verdiğim için, başkalarının kendisini kötü hissetmesine neden olduğum için, suçlayıcı konuşmalarım için kendimden özür dilerim. Olumsuz yaşanan her olayın güzel şeyleri arzulayabilmen için yaşadığını, arzu duygusunun yaşanması için deneyimlendiğini bunlara şükrettiğinde, minnettarlık içinde yaşadığında sahip olduğun tüm güzelliklerin büyüdüğünü öğrendim. Farkında olursan eğer, sınırlarını kaldırırsan, yaşanan olaydaki hizmeti ve sevgiyi görmeye niyet edersen her deneyimin insanı ne kadar büyüttüğünü, ilerlettiğini öğrendim…
Sonuçta kendimi olduğum gibi sevgiyle kabul etmeyi öğrendim, ben kendimle barıştım. Tanrının parçası olarak kendimle barıştığımda, Tanrıyla barıştım. Kendimi kucaklamayı öğrendim.

Kendimle barışıp kendimi tam olarak kucakladığımda hayatımın sorumluluklarını alınca gözümdeki perde kalktı ve sanki dünyadaki tüm perdeler kalktı. Artık kalbim açık ve sevginin yaşamımda özgürce dolaşmasına izin veriyorum. Tüm ruhumla, benliğimle, kalbimle seviyorum kendimi, insanları ve yaşamı..
ALINTI
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...