4 Ocak 2013 Cuma

Öfkem nerede?

Bu blogun ilk kayıtlarına bakıyorum da, daha çok öfke ile ilgilli yazılar yazmışım. İçimde bir yumak öfke, patlamaya hazır bir şekilde bekliyormuş. Geçen 4 sene zarfında bu konu ile ilgili olarak öğrendiğim en temel husus, öfkelendiğim zaman bunu bastırmamak oldu. Öfkemi KABUL etmek yani, diğer bir deyişle. Kızma hakkını bulmak içimde, kendimde.

Öfkemi takip etmeyi öğrendim sonra, yani beni asıl kızdıran şeyi, ana noktayı bulmayı. Başlangıçta çok zor olan bu farkındalık anları, zaman için kolaylaştı, sonra yeniden zorlaştı, öfkem de azaldığı için o düğmelere daha az basılmaya başladığı için, ipin ucunu bulup yumağı çözmek daha bir ustalık gerektiriyor şimdilerde. Ama bunlara takılmamayı da öğrendim bu arada... İpin ucunu buradan kaçırırsam, başka bir ucu çıkıveriyor karşıma bir süre sonra. Hayatı bir ödül - ceza; suç - başarı; doğru - yanlış doğrusunda görmüyorum nispeten. Bu da kendime karşı daha ılımlı olmamı sağlıyor.

Neyse, bu kadar uzun bir girişten sonra, gelelim yeni farkındalığıma: ALINGANLIK

Bu da geçmişte kafamı/ yüreğimi yoran konulardan biri, etrafımdaki alıngan insanlar yüzünden az ip cambazı gibi hissetmedim kendimi geçmişte.

Geçenlerde bir toplulukta bir arkadaşımla az ilgilendim, sonra da onun topluluktan ayrılmış olduğunu fark ettim. Kendimle gece sohbetimde ilk takıldığım konu "Acaba farkında olmadan onu kırdım mı?" oldu. Neden onu kırdığımı düşündüm? Çünkü bana veda etmeden gitti. Zihnim bu atıştırmalık ile oyalanadursun, bir süre sonra yüreğim başka bir noktaya dikkatimi çekti: Kendi kırgınlığıma... "Neden bana veda etmeden gitti?" İçimde kalan suç - ceza zihniyeti kırıntıları, tabii ki bu kırgınlığı hemen bana yönlendirip "kim bilir ne yaptın da kırdın kadını" şeklinde beni azarlamaya başlamıştı. Oysa ki, altındaki katman, kendi kırılmışlığını, dolayısı ile
- saygı görmeme
- kaale alınmama
- değer verilmeme gibi korkularını haykırıyordu.

Anladım ki, sadece öfkelerimin içinde değil öfkelerim, kırgınlıklarım... Öyle bir meret ki, her taşın altından çıkabiliyor... Gördüm ya, buna da şükür... SOBE...

2 yorum:

  1. Ah bu kendi kendine konuşmalar yok mu..? İkinci, üçüncü şahıslara gerek yok bizim gibiler için; kendimizi çok güzel cezalandırabilme yeteneğine haiziz hakikaten :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. :) Kendi kendimizin savcısı olabiliyoruz da avukatı olamıyoruz sanırım pek... ;)

      Sil

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...