10 Haziran 2014 Salı

Yağmurda ıslanmak

"Hayat, fırtınada sığınak bulup beklemek değil, yağmurda dans etmesini öğrenmektir." demiş, Sherrilyn Kenyon bir kitabında...

Şimdi tabii, hayatta bize öğretilen bazı şeyler var, bazı durumlarda çok doğru ve kullanılması gereken, ama bazı durumlara da hiç uymayan, aslında düşünmeden, sadece öyle öğrendiğimiz için, "zaten hep öyle olduğu için" yaptığımız...

Yağmur yağdığında bir sığınak bulup yağmurun dinmesini beklemek de bunlardan biri... Yıllarca, özellikle öğrencilik yıllarımda uzun otobüs - minibüs yolculukları ve yokuş yukarı yürüyüşlerle okuluma/ evime ulaştığım için en büyük özlemlerimden biriydi, yağmurda kaçmadan, ıslanarak ve bunun keyfini alarak yürümek... Ama ne mümkün... Islanırsanız nerede kuruyacaksınız, ya arkasından sert bir rüzgar da başlarsa, donup üşütmek, hasta olmak gibi bir "lüksümüz" mü var ki? Hiç yağmur yağmasın isterdik onun için... Hele o sucuk gibi ıslandıktan sonra rutubet kokusundan dumanı tüten otobüslerde yolculuk etmek, saçından sular damlarken... Rezalet... Günümüzün kliması had safhada çalışan güneşli günlerde bile adamı donduran otobüslerinden değildiler en azından, buna da şükür :)

Hep özendim yağmur altında rahatça yürümeye de, bir defa olsun bir hafta sonu evde otururken "yağmur başladı" diye sevinip giyinip yürüyüşe de çıkmadım... Nasıl bir özenme ise bu?

Yoksa sudan korkuyor muydum aslında? Hani evleri su basması, sel alması falan mıydı acaba bu ıslanma korkusunun altında yatan? Oturduğumuz evlerden biri zemin kattı ve sokakta, tam önündeki gider tıkandığı için sürekli yağmur yağdı mı evi su basardı. Babam gece gece sokağa çıkıp elini mazgaldan sokup giderin içini temizlemek zorunda kalırdı annem kapıların altını havlular ile sağlamlaştırmaya çalışırken...

Sonra çiftçilik yıllarımız başladı... O zaman anladım tabii yağmurun değerini... İlkbahar yağmurları ile doğanın yemyeşil uyanışı, sonbahar yağmurları ile zeytinlerin dolgunlaşması yaşama sevincimi perçinledi... Suyun bolluk demek olduğunu anladım bir yandan... Bu arada evimiz köy eviydi ve yağmur yağdığında çatısı akıyordu... Gece yağmur başladığında kalkıp kovalar koyuyorduk yerlere, ama çok keyif alıyordum bu durumdan... Çok eğlenceli geliyordu bana gece su damlası kovalamacaları...

Yine de su ile tam barışamadığım bir şeyler vardı ki hala, şimdi balkonumdaki lambadan damlıyor su çok yağmur yağdığında, iş yerimde boru patlamış duvarın içinde, tesisat yenilendi yakın zamanda... Anlamadığım ne var diye soruyorum kendime: "Kendi bolluğunu KABUL et." diyor bir yandan, bir yandan da "Kendi yıkıcılığını da KABUL et." Suyun iki yanı bir arada, tıpkı insanlar gibi...

Biri "yaşasın yağmur yağdı, ekinler coşacak" diye sevinirken, bir diğeri "eyvah, bu gece evimi sel basar mı?" diye endişeleniyor aynı anda...

Hem YAPICI hem de YIKICI, tıpkı benim gibi... Önemli olan benim bunu NASIL değerlendirdiğim, NASIL yönlendirdiğim ve NASIL yönettiğim...

Bu nedenle geçen akşam, iş çıkışı eve yürürken başlayan çılgın yağmur çılgınlığını taşıdı bana... Herkes kafasını sokacak bir sığınak bulup beklerken, ben gülümseyerek yürüdüm yağmurun altında, şemsiyem bile yoktu üstelik... Yağmur şiddetini arttırdıkça benim gülümsemem arttı, insanlar bana bakıp şaşırdıkça arttı... Eve donuma kadar ıslanmış ama çok mutlu bir halde ulaştım. HAMD olsun...

2 yorum:

  1. Bir oraya bir buraya savrulmadan dengenin ne anlama geldigini anlayamayacagimizi anladim ben senin yazindan. Birgun sular azicik daha duruldugunda, goreceli "denge" icinde oldugumda anliyorum dengenin kiymetini. Kat ettigim yola bakiyorum dingin bir tebessumle. Senin sereserpe huzurlu cumlelerin bana meltem oldu:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. :) Seviyorum seni, Ebru'cuğum... AN'lık da olsa DENGE'nin artması umuduyla...

      Sil

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...