"Dünyada görmek istediğiniz değişimin kendisi siz
olun..." demiş Mahatma Gandhi.
Yani demiş ki,
eğer etrafınızda dürüst insanlar görmek istiyorsanız, önce kendinize dürüst
olun, yani kendinizi bilin, tanıyın...
Yani bolluk ve
bereket görmek istiyorsanız, önce üretin...
Savaş görmek
istemiyorsanız, savaşmayı bırakın demiş mesela... Bu bana çok sevdiğim bir
grafitiyi hatırlatır yıllar öncesinden: "Düşün ki, savaş çıkmış ve hiç
kimse gitmemiş..." Oysa hepimiz bir mücadelenin içindeyiz gün boyu,
"beğenmediğimiz" her şeyle savaş halindeyiz... Hastalıklarla savaş
halindeyiz, haşerelerle savaş halindeyiz, çocuklarımızla savaş halindeyiz...
Hatta kendi alışkanlıklarımızla savaş halindeyiz, sigarayla savaş, alkolle
mücadele...
Örnek bir insan
olmak için kendimizi zorlayalım anlamında bir yazı yazmaya çalışmıyorum...
"Ne olduğumuzu bilebiliyor muyuz?" diye soruyorum...
Bugün dahil
olduğum bir grupta "Annelikten ne öğrendik?" konuşuldu...
Kendime
bakıyorum, ben neler öğrendim diye:
- Sabrımın
sınırlarını öğrendim evet, cinnet geçirmeme nasıl ramak kaldığını biliyorum
artık... İnsanlar sokak ortasında çocuklarına nasıl bağırabilirler anladım anne
olunca...
- Koşulsuz
sevgiyi bilmem ama "ya sevilmezsem" korkusunu öğrendim...
- İçimdeki
"mal sahibini", diktatörü, "ben dedim oldu"cuyu tanıdım...
- Her ne karar
verirsem vereyim “yanlış olacağını” bilmenin ağırlığını ve aynı zamanda
hafifleticiliğini öğrendim... Kendi ebeveynlerimiz de en doğrusu için kafa
patlatıp saysak roman olacak bir dolu yanlış yapmadılar mı bizi büyütürken ne
de olsa?
Hadi artık
kendimizi kandırmayı bırakalım, annelik yüce bir makam değil, ayaklarımın
altında cennet falan da yok, boşuna aramayın...
Annelik dediğin biraz sorumluluk, biraz suçluluk duygusu,
biraz görev bilinci, bol bol bağımlılık, bir tutam da pişmanlık…
Yok öyle koşulsuz sevmeler falan… Dürüst olun, siz
annenize ne kadar kızıyorsanız, sizin çocuğunuz da en az o kadar kızacak size…
Kendi annelerimiz nasıl terliği fırlattıysa kafamıza, biz
de o kadar istedik aynı terliği fırlatmayı çocuğumuzun kafasına, en doğal dürtü bu… Kızmak...
Değişimin kendisi olmak demek önce kendine karşı dürüst
olmak demek, artık hayal dünyasından çıkmak, gerçekleri kucaklamak demek…
Sevmediğin şeyi değiştiremezsin. Önce kendini sevmek
demek değişim, tam olduğun halinle sevmek, kucaklamak, KABUL etmek demek… Sonra
da bırakmak demek… Akışına bırakmak…
Artık kızdığım zaman kendime kızma izni veriyorum, en
büyük ilerlemem bu son zamanlarda… Ne çok yasak varmış içimde kızmakla ilgili:
- Aileme/ büyüklerime kızamam
- Sevdiklerime kızamam
- Müşterilere kızamam
- Basit konulara kızamam
- Fani şeylere kızamam…
Kızıyorum işte… Beni kızdıran her şey kızıyorum:
- Aptallıklara
- Mantıksız/ cevabı belli sorulara
- Küstahlığa
- Dikkatsizliğe
- Kendini her şeyin üstünde görenlere
- Bilmeden konuşanlara
- Parayla her şeyi satın aldığını sananlara
- Karşısındakini aptal sananlara
Kızıyorum. Ama beni kızdırmayan bir şey var ki, buna çok
çok seviniyorum: “Artık kızdığım için kendime kızmıyorum.”
Yaşamadığım bir duygu bu işte… Tam olarak deneyimlenen
her şey hayatımızdan çıkıp gidiyor… Bu gece hissediyorum içimde bir değişim var…
Akıp giden bir şeyler var… Veda zamanı…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder