5 Temmuz 2011 Salı

İkna etmek

Bazen kendimi bana sorulmuş bir soruya cevap verirken soruyu sormayan ancak beni dinleyen bir kitle ile karşı karşıya buluyorum. Bu dinleyiciler sorulan soru ile doğrudan ilgili olmadıkları gibi, anlattıklarımı da sadece "öylesine" dinliyorlar. Ortada sorulmuş bir soru olmadığından cevap da bir yere oturmuyor.

Çok önemli bir AN geliyor bu durumun bir noktasında, bir sonraki soru. Bu artık ilk soru sahibinin değil, dinleyicinin sorusu. Genellikle içinde bir meydan okuma yatan, "inanmak istiyorum, ama..."yı hissettiren, "hadi beni ikna et" diye bağıran bir soru. Görünürde karşıt bir tez barındırmayan, ama altında "iyi diyorsun, ama..." hissedilen o soru...

İşte bu noktada duruyorum, sakin, çünkü benim kimseyi ikna etmek gibi bir misyonum yok artık. İkna, güçten gelir, ben sevgiye gidiyorum. Benim doğrum bana, merak eden varsa anlatırım, o kadar...

Yine de sormamak mümkün değil: "Ben kendime bu durumu neden yaratıyorum?"

Her şeyden önce akılcı tarafımız sürekli kanıt peşinde koşuyor, ikna olmaya doymuyor, sürekli sorguluyor. Ben sorguluyorum, haliyle aynalarım sorguluyor. Sorgulamam bitmiyor, ancak biliyorum ki, ben artık kanıt aramaktan yoruldum. Ben yüreğimle gidiyorum, içimdeki sesi dinliyorum, zihnimi değil. Bu yolda zihnim de beni izlemeye başlıyor yavaş yavaş. Her takıldığım yerde, bana zihnim değil, kararlılığım yol arkadaşı oluyor.

Duvara dayanmış gibi hissettiğimde soruyorum kendime: "Bildiğim hayat beni nereye getirdi? Ne faydası oldu bugüne kadar akılcı zihnimin? Mantıklı hareketlerim boyumu bir arpa boyu uzattı mı?" Eğer cevabım hayırsa, yeniyi denemek için AN bu AN değil midir?

İkna etmek çabadandır. Çabalıyorsan akışta değilsindir. Akışta olmayan yorulur.

Ben artık ikna etmeyi bıraktım. İkna olma ihtiyacını da bırakma yolundayım...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...