16 Ocak 2013 Çarşamba

İnişler ve çıkışlar...

Nil Avunduk ile ilk tanıştığımız zamanlarda beni en çok şaşırtan söylemlerinden biri, hayatımızdaki iniş çıkışların, yani o sinüs eğrisinin azalıp düzleşmesini amaçlaması olmuştu. Bana aşırı üzüntülerle birlikte aşırı sevinçlerin olmadığı bir hayat pek bir tekdüze gelmişti o zamanlar...

Her ne kadar iniş kısımlarında mutsuz olsak, şikayet etsek de çıkış kısımları yaşama nedenimizdi sanki. Oysa her inişin bir çıkışı olduğu kadar, her çıkışın bir inişi olduğunu da biliyorduk aslında...

Aradan geçen bunca yıl zarfında, hala bu iniş çıkış meselesi çözülmemiş bir meseledir duygusal - gelişimsel yumağımda... Zirvede olmayı seviyorum çünkü aslında... Zirve, güzel bir kelime gibi görünüyor bir yandan. TDK'ya göre: "Doruk, bir işte ulaşılan en üst aşama". Kendimi bir dağın zirvesinde bulduğumda, tepeden aşağı baktığımda, kayak yapacaksam mesela... Ne güzel... Bırak kendini boşluğa...

Diğer taraftan, ulaşılan en üst aşama dendiğinde bir yandan da bir sınırlama getiriyor sanki, daha üstü olamazmış gibi... Belki de bu algıdır bizi "her çıkışın bir inişi olduğuna" ikna eden?

Her neyse gelelim bugünkü algıma. Fark ettim ki, inişlerim ve çıkışlarım arasındaki süre çok kısaldı, mesafeler çok arttı. Bir gün kendimi zirvenin en tepesinde hissederken, ertesi sabah, ufacık bir "başarısızlık" ile çukurun en dibine ulaşabiliyor buldum kendimi...

NEDEN?

Sanki ipucu çıkışlarda... Başarılar ile ne kadar "ben" olduğumu sanıyorsam, başarısızlıklar "ben"i o kadar eksiltiyor. İşi kişiselleştirmekte sanki anahtar... Öyle bir bakış açısı tutturmalı ki, o başarı "benim" olmalı, ama "ben"den ayrı olmalı, ki öyledir aslında... İnsanlar başarı için yaşadıklarını düşündükleri müddetçe, başarı bir güç unsuru olarak kalacaktır. "Kendini gerçekleştirme" Maslow'dan beri insanın en üst (yine zirve, enteresan) hedefidir.

Demek ki, yıllarca bana "kendini gerçekleştir" diye bir hedef dayatılmış dışardan... Ne ola ki bu kendini gerçekleştirmek düşününce? Ben zaten gerçek değil miyim? İstediğimi yapmak mıdır kendimi gerçekleştirmek? Yapabiliyor muyum? Yoksa bunu da "akılda kalmak", "beğenilmek", "çok para kazanmak" gibi dünyevi hedeflerle karıştırıyor muyum farkında olmadan?

Ya da "her çıkışın bir inişi" olmasın diye, laboratuvar faresi gibi sürekli koşturmaya mı kurguladım kendimi? Durunca düşeceğim sanıyorum...

Şunu soruyorum kendime: Ben tren miyim? İstasyon muyum yoksa? Eğer tren olduğumu sanıyorsam, inişlerim ve çıkışlarım olabilir, normal karşılamalıyım... Eğer istasyonsam, pek çok iniş çıkış yaşayanlar gelebilir, geçebilir, ben durur ve onlara bakarım...

Oysa biliyorum ki, ben YOL'um... Ne tren, ne de istasyon... YOL'un kendisiyim...

UYAN...

5 yorum:

  1. inanır mısın ben de bu günlerde bunu düşünüyorum. stoacılıktan tut budizme kadar pek çok öğreti sükûneti savunur ve her durumda ona ulaşmanın yollarını gösterir. eğer her durum bizde heyecan oluşturuyor olsaydı dedikleri çok anlamlıydı. ancak sükûnete doğal olarak kavuştuğumuz durumlar var. manzara seyretmek ya da kuş seslerini dinlemek gibi. kusur bulamadığımız sanat eserlerini izlerken/dinlerken de durum budur. öyleyse sükûnetin doğal olmadığı durumlarda onu elde etmek biraz yapay olmuyor mu? ve diyelim ki her durumda sükûnete ulaşabilecek bir mertebeye eriştik. o zaman manzara seyretmenin ya da kuş seslerini dinlemenin ne anlamı kalacak? denebilir ki yapay olsun ne fark eder? doğallık bir değer mi ki? bilemiyorum...

    bir de şu var: sükûnetin ne özelliği var ki? meselâ her durumda sevinç duymayı öğütleyen (örneğin düşmanımızı severek) katolikliği yerden yere vuran protestanlar, zen budizmine neden bayılır? anlaması güç.

    öte yandan kişiye şunu demek de anlamsız: her durumda o durumun gerektirdiği duyguyu hisset! bu cümle dilbilgisine bile aykırı. uykuya dal! demek gibi. olsa olsa şu söylenebilir: durumun gerektirdiği duyguyu hissetmiyorsan sende bir sorun var demektir. düzeltmeye çalış.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. "Durumun gerektirdiği duygu" :) Boşveeeeer, ne hissediyorsam O... diyebiliyorsam, ne mutlu bana... ;)

      Sil
  2. "Durunca düşeceğim sanıyorum". Budur.
    Tereddütsüz koşuşturma telkinleri arasında, durup düşümenin erdeminin unutulması birilerinin çıkarlarına fazlasıyla hizmet ediyor. Hababam meşgul zihinleri yönetmek kolay olsa gerek.

    Çok güzel bir sorgu metni olmuş, eline sağlık.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkür ederim Ceyda'cığım... Bu konuda Momo'yu tek geçerim. Michael Ende'nin "çocuk" romanı... aynen ondan bahsetmişsin sen de... :)

      Sil
    2. Öyle mi yapmışım, ne güzel aferin bana :)
      Momo'yu duymuştum ama okumamıştım bir türlü. Vakit gelmiş anlaşılan. Teşekküler :)

      Sil

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...