İnsanlarla birlikteyken beni en çok öfkelendiren, ya da savunmaya geçiren konulara bakıyorum, genel olarak alanıma müdahale edilmesi ile alakalı. Mesela çocuğumla ilgileniş biçimim ya da eşime davranışlarım ya da evimin genel durumu ile ilgili yorumlar... Peki bu durumlar ne zaman oluşuyor? Genellikle sosyal durumlarda, birisi bir "sorununuza" tanık olduğunda örneğin...
Kızıyorum, çünkü sormadığım sorulara cevap veriyorlar. Kızıyorum, çünkü problem olmayan konulara çözüm üretiyorlar. Kızıyorum, çünkü şikayet etmediğim konularda "haklı taraf" olduğumu söylüyorlar.
Ben de diyorum ki, sorulmayan sorulara cevap vermesek?
İkinci bir konu daha var sosyal ortamlarla ilgili... O da yargılamalar... Her türlüsü... Yine alan müdahalesi... Bir kişinin herhangi bir zamanda, herhangi bir durum karşısında nasıl davrandığı sadece onu ilgilendirir, en fazla davranışa maruz kalanları bir de. "Ben olsaydım, öyle yapmazdım." bile bir yargılamadır sonuçta. Çünkü aynı insan, başka bir zamanda aynı durum karşısında farklı davranabilir, daha yaşlı olduğu için, daha çok vakti olduğu için, yanında başka biri olduğu için veya sadece o anda canı öyle istediği için... Bu durumda bütün "Ben olsaydım"lar değişir, çünkü ben olsaydım farklı bir durum olurdu :) Bu uzun ve karmaşık bir olasılık hikayesi, ama özetle, yargılamayı bırakıp "o öyle güzel" demeyi öğrenmemiz gerekiyor. Kendimize söylememize engel olamıyorsak bile, ağzımızdan çıkarken dikkat etsek de yargı cümlelerini çıkartsak hayatımızdan...
Yani diyorum ki, yargı cümlelerini kullanmasak?
Ne olur biliyor musunuz? Sanırım insanın hiç bir sosyal hali kalmaz... Peki o zaman insan kalır mıyız?
Merhaba:-)
YanıtlaSilBiz sorulmayan sorulara cevap vermeyi biraktigimizda karsimizdakiler de bunu yapmayacaklar. Ben bu moda girdigimde icime sikinti basiyor ve susuyorum, Üstbenim beni böyle uyariyor. Yoksa anlayacagim yok.
"O öyle güzel" icsel yolculugun - benim su anda ki algilayisimla - son basamaklarindan biri. O öyle güzel e inandigimiz ve kabul ettigimiz zaman ben böyle güzel e de inanip kabul edecegiz. Bu da yasamaya izin vermek gibi geliyor bana. Sadece kendimizden izin aldigimizda yasamin her anini bir sölen, bir mucize gibi resimliyor bana icim.
Eninde sonunda sevgi kalacagiz:-)
Blogunuzu yeniden okumak ne güzel, sevgiyle kalin ve sevgi oldugunuzu hep hatirlayin.
Özlem
Tahmin ediyorum. Ben de içimde kabaran o öfkeyi takip edince oraya geliyorum. Yine de karşılıklı olarak hiç gereksiz "cevap" verilmeyen ve yargı cümleleri olmayan uzun suskunluklar hayal etmek matrak geldi :) Sizin de yolunuz açık olsun.
YanıtlaSilJung, insanların aktif beyinlerinin daima enformasyon algıladığını, topladığını ya da bu enformasyonu değerlendirdiğini, işlediğini söyler. Ayrıca iki farklı algılama şekli tanımlar: Duyumsama ve sezgi. Duyumsama, hayal gücüyle, esinlenmeyle, uzaklardaki vahşi maviliklerle ilgilidir. Değerlendirme de iki şekilde olur, akılcı bir yaklaşım olan düşünce ve önsezilere dayanan duygu. Jung ardından insanların enerjilerini ya insanlar ve deneyimden oluşan dış dünyadan ya da düşünce, hafıza ve duygudan oluşan iç dünyadan aldığını belirtir. Bu iki eğilimi dışa dönüklül ve içedönüklük olarak adlandırır. Her insanın ya dışadönük ya da içedönük olduğunu ve biri baskın, diğeri destekleyici olmak üzere, algılama ya da değerlendirme işlevlerinden biriyle nitelendirilebileceğini iddia eder.
YanıtlaSilAncak Jung hayati bir uyariyi da ekler. "Her birey, bir istisnadır."
:)
Yazıyı okuyunca aklıma bunlar geldi.