Bu sanırım mutlu etmeye çalışmanın bir adım ötesinde... Birilerine kurtarmaya çalışmak. Basit bir sadaka vermek bile olabilir. Borç vermek, öğüt vermek, akıl vermek...
Ben bunları genellikle kurtarma zihni ile yapıyorum. Sonra da kendimi çok iyi hissediyorum. O kişinin hayatında anlamlı bir farklılık yarattığımı düşünüp seviniyorum.
Ne komik. Aslında "biz neye hazırsak o da bizim için hazırdır." yani "benim ihtiyacım olan birseyi evren bana zaten tam da ihtiyacım olan zamanda verir."
Hangi kanaldan verir, ona kalmis.
Demek ki biz vererek tanrıcılık oynayanlar sadece aracılarız. Doğru zamanda doğru yerde olmakla sadece sonsuzlukta bir zerreyiz.
Mor Yıllar (Color Purple) diye bir film var. Amerika'da zenciler ve beyazlar arasında kölelik ilişkilerine değinen bir film. Orada çok çarpıcı bir sahne vardı. Varlıklı bir beyaz kadın, otomobilini kullanamıyor, kontrolden çıkmasın diye zenciler arabaya atlayıp kontrole almaya çalışıyorlar. Kadın korkuyla bağırıyor: "Ben size hep iyilik ettim, hep sizi savundum, ama kötülük buldum, bana neden saldırıyorsunuz?" vs. Durumun kesinlikle farkında değil. İyilik ettim diye yaptığı kötülüklerin farkında değil. Çünkü zencileri kendine eşit görmüyor.
Bu verme- alma olayının altında yatan tuhaflık işte burada. Eşit olmama hali. Hatta atasözü bile olmuş: "Veren el alan elden üstündür" Tanrıcılık oyunu işte tam burada başlıyor.
Oysa "ben herkesle birim"
Adaletteki anlamı ile eşit değil, BİR. Tasavvuftaki gibi BİR.
Ben herkesle birim.
Sadece oyundaki rolüm farklı, o kadar.
ÇOK İYİ
YanıtlaSil